24 Aralık 2012

Yılbaşında Safları Sık Tutalım LÜTFENNN





         Bir yılbaşı furyasıdır alıp yürüdü. Ne oluyoruz nerdeyiz kim bu sakallı kırmızı kıyafetli  ho ho diye göbeğini tutan adam. Biz Türkmüyüz. Evet deyişinizi duyar gibiyim. Eee söyle bakalım hoş bir Türklük davası tutanlar yada Kemalistler Osmanlıyı kabul etmeler tamam Göktürklerin tarihine bakalım var mı bizim kültürümüzde bir noel kültürü yok. Ee bu yapılan iş ne. Nedir bizim Şükran günü niyetiyle hindi pişirmemiz. Yeni yıla kızmızılarla girince uğur getirmesi felan. Şükran Günü’nün ne olduğunu aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.


Şimdi biz ne Kanadalıyız ne Amerikan. Ki uğur inancı  çok tanrılı pagan dinlerinden kalma bir inanç. Nazar boncuğu Şamanist bir inaç. Bakın aslında biz Müslüman olduğumuzu idea etmekteyiz fakat inancımızı sorgulasak yok uğur getiren kırmızı, uğurlu sayı, uğurlu yüzük, uğurlu kalem vb. bir çok şeyi sıralayabiliriz. Yani bunun altından şu çıkar uğurlu çünkü benim istediklerim oluyor bu objeyi yanımda taşırsam. Puta tapıyorum çünkü o benim tanrım ve yardımcım. Abarttığımı düşünebilirsiniz fakat bu uğur adledilen şeyler aynen putlar gibi hiçbir kudreti olmayan nesneler. Ya bu şeyin kendine hayrı yokken sana nasıl uğur getirebilir. İşlerini yoluna sokabilir. Bu yılbaşı olgusunun sadece küçük bir bölümüydü burda anlattığım. Şimdi gelelim çam ağaçlarına. Hiristiyanların inancına göre Hz. İsa mesih  gökten indiğinde çamın üstüne inecekmiş. Ya Müslüman geçinen kardeşim sen ki, Rabbinin her gün çağrısına kulak asmaz seni Yaradana karşı gelirsin. Ezandan rahatsız olup sabah ezanının sesi kızılması için şikayet etmedik yer bırakmazsın. Sen kendince bu kadar çağdaşsın. Dine karşı gelmek modernizim çağdaşlık ya eee  bu çamın senin evinde ne işi var.  

Üstad Necip Fazıl’ın dile getirdiği gibi.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.


1 Ocak tam bu mısraları anlatır. Mekke’nin fethidir. Bu gün öyle bir gündür ki evinden yuvasından yurdundan edilen Nebiler Nebisi (s.a.v.) Mekke’ye ayak basacaktır. Tekrar kovulduğu memleketine ve bu fetih kalplere nur olacak bir çok putperes yüzünü Alemlerin Rabbine dönecektir. Birçoğumuz belki bilmez bu günün Mekke’nin fethi olduğunu, birçoğunuz bilmez bu gün yapılan günahların zülmeti yüzünden evliyaların sabahlara kadar afları mağfiret olunmaları için dua ettiğini. Birçoğunuz bilmez gece yarısında Kuran okuyarak yağan zülmeti dağıtmaya çalışan müminlerin olduğunu.


Bu 1 Ocak öyle bir tarihtir ki, kişinin tarafını açık ve aleni belli ettiği bir tarihtir. Karınca misali Ey karınca İbrahim’in atıldığı ateşi senin bir damlacık suyun söndürür mü sanırsın. Bilirim söndürmez ama safımız belli olsun. İşte bir Ocak günü lütfen safları sık tutalım.

21 Aralık 2012

ANGARA BEBESİ OLMAK



Ben doğma büyüme bir Ankaralı olarak Ankaralı olmanın nasıl bir şey olduğunu kendi yaşanmışlıklarımla dile getirmek istedim. Her insan memleketini sever. Tabi benim baba tarafım Güdül’ü ve ben bundan pek haz etmiyorum neden diyeceksiniz nedeni şu ki neymiş efendim Güdüllüyle yılanı bir çuvala koymuşlar yılan beni kurtarın demişmiş. Bak sen. Evet  soruyorum şimdiye kadar hanginizi soktum yılan gibide bu tabir kullanılıyor. Tamam kabul etmek lazım Güdüllüler çok uyanık geçinen insanlar olabilir Ulus meydanında 1 liraya aldığınız 12 tane pili size bu gavur malı çok iyi marka o yüzden 10 lira diye Güdül merkezde sizi kandırmaya da çalışabilir ama bir Güdüllü bir Güdüllüyü ki benim babamı asla kandıramaz. Misal Güdül erkekleri çok inattır ve buna Güdül inadı denir. Şimdi beni tanıyanlar diyecek ki babana çekmişsin evet ve çok kindarlardır. Bide paragözler babam bu kısma çekmemiş paragöz olsaydı belki şu an başka şartlarda hayatını ikame ettirirdi. Neyse baba tarafı böyle anne tarafıma gelince Kızılcahamam. Annemin tarafına hacı hoca takımı çok bulunur ama maalesef bu hacı hocalar Yeşilçam filimlerin de ki hoca takımı ayağından hani gelip mevlüt okuduktan sonra cebini gösteren takım. Yeşilçam filimleri de zaten hacı ve hocaların hepsi böyle imajını vurgulamak ve insanların dinlerinden soğumasını sağlamak amacıyla bilinçli yapılan bir durum olsa da o konuyu başka sefer işleyelim.  Eşim Gölbaşılı sonuç her yerden ANGARALIYIK.

Ankara’yı birçok insan sevmez, Ankara’nın havası gibi yüzü de soğuktur. Çok ciddi bir cehresi vardır. Belki de Başkent oluşu, memur şehri oluşundandır. Mesela Osmanlıdan kalma camileri yoktur. Belki de vardır ama yıktırılmış yada yıkılmaya terk edilmiştir. Bu konuda bilgim yok benim bi bildiğim Hacı Bayram Cami vardır ki ruhunuzun teneffüs ettiğini hissettiğiniz tek yer belki de orasıdır. Kokusu misk-i amberdir. Şükür restore edildi de biraz daha ilgi arttı. Yapay gölleriyle meşhurdur. E deniz vardı da biz mi yüzmedik. Denizi olmayan memlekette yüzmeyi bilmemek normal. Bi Güdül çayı maceram var ama anlatmayayım. Tek hatırladığım babamın onca uğraştan sonra tek bir tane balık yakaladığı ve onu da benim yediğim. O zaman ilkokuldaydım galiba. Görüp göreceğimiz buydu Güdül’dan nasibimiz bu kadarmış.


Harikalarla dolu bir diyarımız var ki evimiz on dakika uzaklıkta olmasına rağmen açıldıktan nice sonra gittim ya benim gençliğim biraz daha farklı yerlerde geçtiği için şükür cennet bahçelerimiz çoktu oralara takılıyorduk. (Cennet bahçeleri Allah'ın anıldığı yerler.) Olsun genede üniversite bunalımında çok turlamışızdır Tülinimle.



Şimdi bide bebe kültürümüz var. Ben ilk defa Ankara’dan çıktım. Anadolu’nun masum kızı Trakya’ya okumaya gider… Ve hikaye burada başlar. Benimle dalga geçtiler. Neymiş ben erkeklere bebe diyormuşum. Allah Allah ne diyecektim. Çocuklara da bebe diyormuşum.  E ne var ki bunda tabi Ankara dışında bi yere gitmediğimiz için şimdiye kadar kimse farketmemişti. Çünkü herkes Angaralıydı. Bebe kelimesini bu kadar çok kullandığımı orada anladım. Neymiş e harfi ve n harfi yanyana gelince uzatıyormuş Anadolu insanı. Ben kahvereeengi diyormuşum. Duru kulağını çınlatıyorum. Oda arkadaşım Duru çok gülerdi ben konuşunca. Neyse bebe demekten vazgeçmedim bu benim kültürüm sonuçta. Bide oyun havası kültürü. Babam bana ilk defa telefon aldı 1100 hiç unutmam KVK’dan çıktık. Meryem ona  misket yüklesene dedi. Ya baba telefon benim misketi ne yapayım. Neymiş telefonum misket çalacakmış . Düşünsenize derste açık unuttuğumu.



Oy farfara farfara
Ateş de düşmüş şalvara
Ağzım dilim kurudu
Kız sana yalvara yalvara…..Haydaa

Ya benim imajı bi düşünsene Maltepe Dershanesi’nde rehber öğrencilik yapıyoruz güya benim tel nasıl çalıyor. Bide maalesef ki bizim oyun havalarımızın hepsi müstehcen. Tabi  bunu bilmiyordum. Sonradan öğrendim. Eşim sağolsun sürekli seymen fm dinlettiği için oyun havası dinleyen Ankara kızı moduna girdim. Hayatımda hiç bu kadar çok dinlememiş  ve söylememiştim. İşte gerçek şu çünkü hiçbir bayan erkeği değiştiremez, ama erkek değiştirir, kültürünü empoze eder, belki kadında erkeği sindirir. Neyse oğlum bile kapı gıcırtısına oynar oldu. Geçen gün ufo ufo diye şarkı söyleyip saz bile çalıyordu gerisiniz siz düşünün.

Herşeye rağmen Ankara candır. İstanbul gibi kalabalık değildir. Şaşası yoktur ama içinde öyle güzel insanlar vardır ki orayı güzel yapar. Kim ne derse desin memleket ayrı kokar.

19 Aralık 2012

Göremediğim Gerçek Mesajlar

Bu ara bir blogun müptelası oldum. Herkesin artık rahatlıkla tartışa bildiği, birçok konuyu belgeler ışığında kendine özgü bir tarz da anlatan bu kardeşimin ağzı bozuk olsa da değindiği şeyler çok güzel. Ömer Çelakıl’ın aklımızı çeldiği illuminati, Kabe’ye inen melek, Atatürk öldü mü yoksa öldürüldü mü, masonmuydu, sebatyistmiydi, 11 Eylül saldırılarının deşifresi gibi bir çok konu. Ben onun bloğundan kopyala yapıştır yapmayacağım çünkü prensiplerime ters blogu sayfa sonunda yazacağım benim değinmek istediğim farklı şeyler.

Neyse ergen bunalımıyla yazılmamış olan bu bloğu okumadan öncede you tube aracılığıyla ve de Mustafa Armağan’ın çıkarmış olduğu Derin Tarih adlı dergiyle de pekiştirdiğim bilgiler ışığında tv ye daha farklı bakar oldum. Reklamcılık dersi görmüş olan biri olarak hangi simgeler ne için kullanılırında biraz farkında olduğum için zaten bi çok reklamda anlatılmak istenenin arkasını az çok görebildiğime inanıyorum. Şimdi ise tek bir cümleyle neler empoze edilmek isteniyor onları farketmeye başladım. Bunları paylaşmak istiyorum.  Capyy mevye sularının tabiat anaya teşekkürü facebookta bariz olarak deşifre edildi ki üzerinde çok durmayacağım. Onun haricinde dün bir fondoten markasının sloganı dikkatimi çekti. SONSUZ OL.  Bu ara çok İşler Güçler dizisiyle haşır ve neşir olduğumuzdan ötürü” Bu ney lan” diyorum v bir örnek daha sergilemiş oluyorum tv’nin üzerimizdeki etkisine. Ben fondoten kullanacağım sonsuz olacağım sanki bana abı hayat. Çok basit gelebilir fakat bu benim yorumum; Biz Müslümanlar ahiret inancına sahibiz. Sahip olmalıyız yoksa dinimizin bir temelini yerine getirmediğimiz için temel çürük olduğu için çöker. Sonuzluk kavramı sadece cennet ve cehennem hayatı için geçerlidir. Ve o gün geldiğinde İsrafil Sur’a üfler ölüm koç süretinde getirilir ve ölüm öldürülür. Bundan sonra ölüm yoktur. Eee peki ben bu kremi sürünce neden sonsuz oluyorum amaç ahiret hayatına inancın kaldırılması. Şu çok konuşulan gizli cemiyetin amacı da bu ölseler de hiç yaşlanmayacak ve başka bir alemde yaşayacaklar. Neymiş efendim 21 Aralık kıyamet kopacak diye insanlar çok korkuyormuş. Benim lisede bir arkadaşım vardı hiç unutmam Edebiyat dersinde bir alevi arkadaşımız hocaya öbür dünyaya geçişin olup olmayacağını sordu amaç zevzeklikti ama benim arkadaş lafı yapıştırdı ben hemen söyleyim mezarlıklar birer kapıdır öbür aleme. J Hiç böyle düşünmemiştim. Ve ben ölünce kıyamet kopmuş demektir. Büyük kıyamet aslında benim için küçük kıyamettir ben öldüysem eğer.

Sonra Çif reklamı bu reklamda deniliyor ki fayans ve yüzeyleri daha az çizer daha az tortu bırakır haydaa neden hiç bırakmaz denilmiyor. Neden çünkü içinde mermer tozu bulunuyor. Mermer tozunun yanında amonyak  ki onun zararlarını da ayrıntılı olarak vereceğim linkten bakabilirsiniz.

                        http://www.tekkim.com.tr/lib_g_sertifika/103.PDF



En para nokta com reklamı neymiş efendim herkes faiz denizinde yüzüyormuş. Evet, bu ne demek oluyor faiz günahında yüzüyor faizler size deniz olarak %90 ı Müslüman olan bir ülke diyeceğim belki de normal hayatta kullanılan büyük yalanlardan biride bu Müslüman ülkede kimsede yaw bizim dinimizde faiz haramdır bu kadarda gözümüze sokmayın günahtır yapmayın etmeyin demiyor. Diyeceksiniz ki ya saçmalama şimdiye kadar hep faiz reklamlarını ilk defa mı gördün yok ilk defa görmedim ama bu kadarda herkes faiz denizinde yüzüyor o bak ne güzel herkes yapıyor sende yap tarzında bu kadar göze batan ve bu kadar açık vurgulanan bir reklam hissetmemiştim. Demek isteniliyor ki Ey Müslüman bak herkes faiz denizinde yüzüyor sende gel atla ne olacak bu devir böyle zaman sana uymuyor sen zamana uy atla altınların içine yüz çıbıldak çıbıldak.


 
Birde şu pepe ve laura’nın yıldızı adlı çizgi filimler de gözüme batan şey, Laura zaten İsrail bayrağı desenli bir pijamalar karşımıza çıkıyor ve ne isteyecekse yardımı o kurtardım dediği yıldızdan istiyor yani Haşa Allah’ın yerine bir yıldız konuluyor. Bu örnek Şeker Portakalı adlı çok ünlü romanda da var ki bende okumuştum ilkokulda etkilenmiştim. Çocuk her şeyi ağaca anlatıyor ondan istiyor isteyeceklerini yani insanlar tapınmak fıtratıyla doğdukları için illa tapınılacak bir meta ararlar bazıları ineğe bazıları timsaha bazıları paraya bazıları şeytana tapar illa ki tapar dehistim diyen kişi bile yalnız kaldığında bir ilaha açar duygularını bu ağaç olur yıldız olur oyuncak ayı olur ama mutlak olur. Neyse bu çizgi filimde bu kızın anası opera sanatçısı anladığım kadar siz piyanist şantör olarak da algılayabilirsiniz neyse hep babası bakıyor çocuklara bu baba kahvaltı hazırlıyor, alışveriş bulaşık ee ana nerde işte bizim bildiğimiz baba çalışır ana çocuk bakar, tamam annede çalışacaksa baba evde oturup çalışmamazlık yapmaz yani deniyor ki kadınlar iş hayatında yer alsın erkeğin çocuk bakması ev işi yapması yadırganmasın tamam yadırgamayız bizim peygamberimizde (s.a.v) eşlerine yardım ediyormuş ama eve ekmek getirmekle zorunlu tutulan erkektir. Bu Pepe’de de geçerli hem anne hem baba çalışıyor nine ve dede bakıyor tamam haksız değil bende çalıştım bizim de yavrumuza 6 ay baktılar ama bu tamamiyle yansıtılmalı mı bilmiyorum. Anneler de çalışma hayatına özendirilmeli mi ev hanımımıyım diyince karşınızdakine hımm denilmemeli. Ev hanımlığı hem çok zor hem de çok kutsal bir meslek kim ne derse desin. Tamam okumalı kendini geliştirmeli doktorda olsa profesörde olsa her kadın bir anne ve bir ev hanımıdır ve işte biz çalışan kadınlar iş hayatındaki üstünlüğümüzü ev hayatında da yürütmeye çalıştığımız için belki de boşanmalar bu kadar çoğaldı. Evine giden her kadın artık doktor yada müdür değil sadece anne ve eşinin hanımı olarak girmelidir. Bu benim kanaatim ister size uysun ister uymasın.
Sonuç şu ki daha bunun gibi nicesi şu an aklıma gelenler bunlar yine gözlemlerimi nacizene paylaşacağım.

Not: Bu blogu baştan sona okumanız yararınızadır.

http://michaelsikkofield.blogspot.com/

Bu Kapı Hangi Kapı


Uzun zamandır yazmamıştım, özledim yazmayı. Yazmak benim haddime değil ama her insanın boşluğa da olsa söylemek istedikleri, paylaşmak istedikleri vardır sanıyorum ya da ben hep öyle oldum. Mesela anlaşılamadığım zamanlarda hep sesimi yükselterek konuştum yeri geldi kavga ettiğimi sandılar ama öyle değil bu huyum annemden geliyor. 


Hayatım da bana göre öyle olaylar oldu ki benim bile hayretle baktığım. Güya kendi elimdeyse hayatım, seçimlerimi ben yapabiliyorsam benim dışımda gerçekleşen olaylara ne demeliydim. Samimi olarak niyet ettiğim istediğim şeylerin belki de daha dua olarak dilime dökülmeyen şeylerin gerçekleşmesine ne demeliydim. Tabiat ana yürü ya kulum mu dedi. Acaba. Olmayan tabiat ana bana ne verebilir ki. Fark ediyorum da hiç yalnız bırakılmıyorum. Bu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi bilemedim. Acaba yalnız kalınca doğru yolda sebat edip yürüyemeyenlerden mi olacağım o yüzden mi yalnız bırakılmıyorum. Ya da yalnız bırakılmıyorum çünkü…



Hesap ettim dile kolay on yıldır bu kapıdayım. Şimdi düşünelim bir insan on yıl boyunca neler yapabilir. Doğan bir evlat on yaşına gelir. On yıl çalışan bir insan emekli olmak için gereke yaş haddinin üçte birini doldurur. Üniversiteyi dört yıl okuyan bir öğrenci üniversiteden sonra hemen iş bulursa evlenmiş ve hatta çocuk sahibi bile olur. Peki bu kapıda on yılda gelinin nokta. Taptuk Emre’nin yanında kaç yıl kaldı ki Yunus. On yıl olmasa gerek. Bu kapı büyük kapı ama bu kapıdan herkes çıkınının boyutu kadar nimetle şereflendiriliyor. Sanıyorum benim çıkının altı delik, delik olsa gene iyi tümden çıkının altı yırtık olsa gerek. Olsun aç da olsa bekleriz hesabına girmeye başladım. Gidecek kapı yok, yol yok. Günahımızı affettireceğimiz başka ilah yok. Acizliğimizi bilmeyi nasip et Rabbim.




06 Kasım 2012

Yahudi Ürünlere Son Biobellinda'ya Evet





 Eylül ayında tanışmış olduğum Biobelinda ürünleri gerçekten hem kendi ihtiyaçlarınızı daha ucuza almanıza hem satış yaparak kar sağlamanıza hem de grup kurarak prim kazanmanıza yardımcı olan bir sistem. Bu ürünler doğal olmanın yanı sıra anti-alerjan olmaları bakımından diğer ürünlerden ayrılmakla birlikte %100 Türk Malı olması dolayısıyla hem kişisel olarak size ve ülkemize katkı sağlamaktadır. 


Biobellinda ürünlerine benzer birçok organik ürün farklı adlarla piyasada satılmakta yalnız müslüman kardeşlerimiz gizli bir yahudi olan amerikan şirketlerine para kazandırdıklarını bilmemektedirler. Evlerimizde kullandığımız Omo, Airel(ki İsrail Başbakanının adıdır), Çif, Persil, Tursil, Yumoş, Calgon... Ürünler sürer giderken biz Filistin'e ağlarken bizim cebimizden çıkan parayla kurşun atılan müslüman kardeşlerimizi düşünelim ve sadece biobellinda için değil diğer Türk malı ürünleri kullanmaya gayret edelim. Ben 9 yıldır Coca Cola içmeyen biri olarak hiç bir yerimden bir şey kaybetmedim sanırım sizlerde Türk Malı ürün kullanarak temizliğinizden ve bembeyaz çamaşırlarınızdan birşey kaybetmezsiniz. İstediğiniz tüm temizlik malzemelerine ulaşabileceğiniz Biobellinda sizlere her yönden kazanç sağlayacaktır hem maddi hem manevi.


Benim gibi hem evden çalışayım ev ekonomisine katkım olsun, hem de Yahudi ürünleri kullanmayım diyorsanız mutlaka Biobelinda’yı deneyin derim. Ben 3 aylık tecrübemle şimdiye kadar hiçbir ürünümden şikayet almadım ve memnuniyetle kullanmaktayım. Üye olmak ve kazanç fırsatlarından yaralanmak isteyenler rahatlıkla bana biltekmeryem@gmail.com adresinden ulaşabilirler.

Neyin Kafası Bu Gidiş



Her zaman içinde bulunduğum ortamdan ne kadar memnun olduğum hakkında cümleler kurmuşumdur. Öyle bir ortam ki bizim ki fanus içinde yaşadığımızı ve korunduğumuzu başka ortamlara çıkınca hissediyorum. Dünya mentalitesine göre az çok okumuşluğum birçok şehir gezmişliğim var dışarıdan bakıldığında kısaca okumuş bir insan olarak tasfir edilen ben farklı kesim insanlarla tanışmış hatta iç içe yaşamış olmama rağmen hala şaşkınlıkla gözlemlediğim olaylarla karşılaşabiliyorum. Öyle ki şaşırmış olmama şaşırdığım haller bile yaşadım.

          
  Örnek verecek olursak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı olması hasebiyle elimde olmayan nedenlerle Beşiktaş mevkine gittim. Buraya kadar normal sonrası kendimi Cumhuriyet mitingi ve Kenan Doğulu konseri içinde bulmuş olmam hayli acıklıydı. Düşünün Feraceli pür tesettürlü bir hatun, elinde Chp bayraklarıyla gezen kendini modern atfeden ama Yüzüncü Yıl Marşı’nı söylemeden konserden dağılan bir guruhun içerisinde. Sonuç oğlumla sahilde oturalım dedik. Sahil alabildiğine çağdaş, bakımlı, küçük büyük tekil, çiftil (çiftil diyorum birbirine yapışık ikizler misali oturan gençlerimizi kastediyorum.) insanlarla dolu. Hepsi Cumhuriyetimizi ellerinde şişeler şerefe kaldırarak kutluyorlar. Eminim bu günlerin yaşanacağını bilselerdi ecdad o kutsal kanlarını dökmezlerdi vatan toprağına. Kurtuluş Şavaşı’nda kan döken şehitlerimizin amacı neydi. 60 yaşında ismini bilmediğim o teyzelerin ilim sahibi evlatlar yetiştirmek yerine, elinde içkiyle sahilde oturmasını görmek olmasa gerek. Amaç – sonuç ilişkisinde sınıfta kalınan bir savaş. Ne acı Vatan, Millet, Sakarya sevdalıları gördüm, ellerinde içkiyle kutsal bir savaşın getirdiği özgürlüğü kutlayanlar neyin kafasını yaşamaktalar. Tarihlerini ne kadar bilmekte ve dini için kapanan, sakal bırakan insanları hor gören bu insanlar nelerine bu kadar güvenmekte kiminle aşık atmaktalar.


            O günkü gözlemlerimle hissettiklerim şu ki, her gün böyle ortamları görmek zorunda kalsam haşa Mehdi(a.s)’ın ineceğinden şüphe duyarım. Gökten taş yağacak diye bir deyim var ya yağmamasına bir kez daha şaştım ve şükrettim. İyi ki bir Gül Sultan günahımıza, acizliğimize bakmadan kapısına almış. O olmasa ne olurdu halimiz bilmiyorum ve binlerce şükrediyorum ki Müslüman bir anne babadan doğup Müslümanlığımı öğrenecek kapılarla tanışmışım. Rabbim tüm Müslümanlara hakiki mümin olmayı nasip etsin, Amin, Amin,Amin. 

12 Ekim 2012

Hastayım: Kendimi Beğeniyorum


                 Şimdi başlığı görenler diyecekler ki kendini beğenmek bir hastalık mı? Onu da nereden çıkardın. Bu benim bildiğim değer yargıları içinde evet bir hastalık. Rabbimiz bile Kuran-ı Kerimde tek başına kendi yaratmışken bizleri diyor ki "Biz yarattık..." yani eneden oldukça uzak. Ama yaratılan insanlar haşa yaratmak fiilini bile çok rahat kullanır olmuş.

- Ben yarattım.
- Çok yaratıcıyım.

              Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi yaratılan aciz bir varlık nasıl olur da yaratabilir, neye ve kime istinaden yaratmak fiilini kullanabilir benim aklım almıyor.

               Kendini beğenmeyi bir hastalık olarak ele aldım çünkü; kendini beğenen insan asla karşısındaki insanı beğenmiyor ve hep kendi nefsini üste görüyor. Bu bulunduğum çevre faktörünün etkisiyle gözlemlerim; özellikle okumuş, sosyal bir statüye sahip olan insanlarda daha da yayın bir hastalık. Bu öyle bir hastalık ki "Farklılık mülahazası şeytandandır." düsturuna tamamiyle ters bir hal ve ahval. Her insan elbet farklıdır. Tüm insanları aynı şartlar ve ortam içerisinde değerlendirmek elbet Nazi Almanya'sının yapmaya çalıştığı kafatasçılıkla bir olacaktır. Her birey,kültürü, rengi, ırkı dili ve sayamayacağım bir çok somut ve soyut özelliğiyle farklıdır yalnız unutmamak gerekir ki her canlı ölümü tadacak ve inanan ya da inanmayan her bireyin götürebileceği tek dünyalık iki metrelik kumaştır.



                 Şimdi sana döndüm ey nefsim sus ve dinle tüm gönül erleri, gönül sultanları ben demekten haya etmekte, nice gönül sultanları ki kendilerini bir hiç görüp kendilerini, nefslerini Allah yolunda satmaktayken sen kime neyinle caka satmaktasın. Önce soluna dön ve bak nice günahlarla başın beladayken kime neyinle hava atmaktasın. Bir damla necisten geldin, bir avuç toprak olmak için yaşamaktasın. Uyan ve ötelere bak.

08 Ekim 2012

Şeytan'ın Hileleri


Sağolsun çevremde gerçekten Allah'ı hatırlatan arkadaşlarım varda onların sayesinde zorla da olsa ilim öğrenmeye teşvik ediliyorum. Azazil belki birçoğunuz bu ismi duymadınız bende duymamıştım. İblis desem herkes bilecektir. Azazil, İblis'in diğer adı. İblis, bilindiği üzere cin taifesindendir. Asla ve asla melek değildir. "Şeytanda bir melektir." Söylemleri kesinlikle yanlıştır. Çünkü, melekler yaradılış itibariyle nefis sahibi değillerdir ve Allah'a karşı gelmek gibi bir olgu meleklerde söz konusu değildir. Hal böyle olunca Azazil cin taifesinden olsa bile yüz yıllarca yapmış olduğu ibadet ve taat sonucunda meleklerin duası ve bereketiyle meleklere hoca olmuş ve hiç bir itaatsizlik göstermemiştir. Ta ki Hz.Adem (a.s) yaradılışına dek.

 Ne zaman ki Hz. Adem (a.s)'ın bedeni yaratıldı o zaman Azazil, kendisine o kadar lütuf ve ikramda bulunan Rabbine asi geldi ve Azazil iken Şeytan oluverdi. Ve bilindiği üzere kıyamete kadar biz kulları doğru yoldan saptırmak için çok çeşitli yollar denemekte vesvese silahını bizlere doğrultmaktadır. Yapılması gereken korunma yolları kolay olmakla beraber bilinçli davranılması gerekmektedir. İnternet doğru kullanılırsa gerçekten fayda veren bilgilerde içermektedir. Youtube'nin katkılarıyla bir kaç video paylaşarak şeytanın hilelerinden bir kaçına yer vermek istiyorum.




05 Ekim 2012

Kalp Suyu


“Niceler sultandı, kıraldı, şahtı,
Benimle değişti, talihi bahtı…”

Nice sultanların gönül verdiği, nice yiğitlerin, hatunların uğruna savaştığı, eşini yurdunu yuvasını tek eğlediği bir yar.

Bu öyle bir yar ki adı anılınca yürek yakan, anılmadığında kalp sızlatan bir yar. Bu öyle bir yar ki adı anılınca kapıların açıldığı, gönül verilince dünyada ne kadar dert bela varsa onunla imtahan edildiğin ve kendine olan aşkını sınayan bir yar. Bu öyle bir yar ki; niceleri bendedir o yar dediği için testereyle kesilir, niceleri kaynar sulara atılır, niceleri ağır taşlar altında ezilir. Bu öyle bir yardır ki onun adı anılınca dünya dönmekten vazgeçer, onun adı anılınca sen dünyanın etrafında dönersin de dinlersin senin gibi o yara aşık olanların zikrini. O öyle bir yardır ki sadece ona aşık olanlar seni anlar.




O yare aşık olanlar birbirini çok iyi tanırlar. O’na aşık olanlarda onu hatırlatan emareler bulunur. Yürüyünce onun için yürür, konuşunca onun adını onun güzelliğini konuşur. Ondan başak söz söylemek ondan başkasını düşünmek haramdır. O’na aşık olanlar o yare aşık olmayanları deli gözüyle görür ve inanamazlar. Nasıl O’nu söylemez nasıl O’na itaat etmezler anlayamazlar. Halbuki O yare aşık olmayanlar mecnun, meftun, deli diye yaftalarlar O’na aşık olan gönülleri. Sanırlar ki O’na aşık olmaya gerek yoktur. O’nun adını söylemeye O’na itaat etmeye, derine dalmaya gerek yoktur. Derine dalınırsa delirmek söz konusudur. Haşa kim aşkın şerbetinden içmişte delirmiş bilakis gözü gönlü aydınlanmıştır. ALLAH dedikçe kalp suyunu bulmuş içtikçe coşmuş, içtikçe mutmain olmuştur. Bu kalp suyu odur ki O yare meftun, O yare aşık, Rabbine aşık olan gönüllere güller ekmiş nice kutlu nesiller yetiştirmiştir. Nasıl ki bu fani benden suya muhtaçtır. Kalp de nice yangınlara gebedir. Bu yangınlar ancak ALLAH demekle sönmekte Rabbe aşkla yücelmektedir. O yare Rabbe kul olmak ümidiyle. Aşık olamasak da O nazlı yare aşık olan gönülleri gördük Elhamdülillah. Aşkını ver Rabbim aşkın istiyoruz.

24 Eylül 2012

Biobellinda O Da Nesi!

            Bir çok çalışan ve bir süre sonra işten çıkıp evine eşine ve çocuğuna vakit ayırmaya karar veren hanımlardan biriyim. İşten ayrılma sürecince yaşadığımız "Oh be evde rahatlık varmış" sendromu bir süre sonra "Ya bu evin işi hiç mi bitmez " sendromuyla yer değiştirmeye başlayınca bir çok ev hanımı gibi bende az zamanda çok işi başaracak inanılması mümkün olmayan şeyler istemeye başladım. Ne gibi şeyler:

             Ütülenecek kıyafetleri jilet gibi yapabilecek bir ütü ve yanında yemek aş istemeyen bir robot.
Balkona asınca düşman çatlatacak bembeyaz parlak çamaşırlar.(Reklamların ev hanımları üstündeki olumsuz etkilerini görebilirsiniz:))Tabi tüllerde dahil.
Çocuğuma istediğim her şeyi yedireceğim önlük kullanmayacağım ve lekeleri çıkaracak bir deterjan.

           Ve bu sıralama uzayıp giderken Biobellindayla tanıştım. Önceleri çekincelerim vardı çünkü yurtdışında üretilen buna benzer başka bir ürünü önceden kullanmış ama pek memun kalmamıştım. Şimdi Biobellinda kullanıcısı ve satıcısı olarak ürünlerinden memnunum sadece tek sıkıntı hangi ürünü nerede ve ne ölçüde kullanmak gerektiğini iyi bilmek.

          Anti- alerjan ve organik olan biobellindayı kullandıktan sonra gerçekten söylendiği gibi iyi olduğunu gördüm. En basiti kendi deneyimlerimle beyazlatıcısınız koltukları nasıl temizlediğini ki koltuklarını yıkadığımız arkadaş başka ürünlerden kullanmış fakat muvaffak olamamıştı. Sonuç mükemmel. Mürekkep lekesine halı şampuanıyla yaptığımız işlem başarıyla beyaza ulaşıldı. Pas kireç çözücüsüne bu gün bir okulun kantininde denedik karoların arasını bembeyaz yaptı sonuç baya yüklü sipariş aldım pas ve kireç sökücüsü için.

             Benim gibi hem kullanıp hem satıcısı olmak isteyenlere yardımcı olabilirim.


11 Eylül 2012

Atiyi Düşünüyorum


“ Çok uzun bir destan bu! Her destanın başı sonu vardır. Lakin bu öyle bir destan ki ne başı ne sonu belli. Hala devam ediyor. Kıyametle de bitmeyecek!
Mazide yaşayıp unutulmuşlar, halen yaşayıp bilinmeyenler, atide yaşayacak olup hafızalardan silinecekler hep bu destanda yer alacak.
Düşünüyorumda kimler yok ki!..
Ashabı düşünüyorum. Vahşi bedeviler iken, uhudiyette ve fazilette zirveyi tutan, yirmi üç senede süper güç haline gelen ASHABI…

HZ. EBU BEKİR’i düşünüyorum…
İhtiyaç hasıl olup himmete müracaat edildiğinde; bütün varını yoğunu Allah yolunda sarfedip, Aallah Resulü’nün “ evine ne bıraktır ya Ebu Bekir ?” sualine Allah ve Rasulu’nün sevgisinden başka hiçbir şey Ya Rasulullah” diye cevap veren Ebubekir (R.A)’i…

HZ. ÖMER’i düşünüyorum…
İhtiyar bir papazı görüp ağlamaya başlayan Halife Ömer’i. “ Neden ağlıyorsun?” diye sorduklarında “Yazık, çok yazık şu yaşına gelmiş, saçı sakalı ağarmış, hala iman nasip olmamış; buna yürek nasıl dayanır?” diyen Hz. Ömer(R.A)’i…

HUBEYB’i düşünüyorum…
Esir edilen, hıristiyan olması için işkence edilen, alim diye vasıflandırılan papazların din telkinine, İslam’a tebliğle karşılık veren, darağacında dahi İslam’ı anlatan Hubeyb’i. Şahadet getirirken Rasulullah’a son selamını yollayan, binlerce kilometreler ilerisinden nebiler nebisinin, bir mecliste sohbet ederken susup selamına mukabele ettiği Hubeyb(R.A)’i…

MUSAB BİN UMEYR’i düşünüyorum…
Mekke’nin en yakışıklı, en zengin delikanlılarından iken, İslam’la müşerref olduğu andan sonra yaşadığı hayatı… Şehid olup nurdan naşı yerde uzandığında başından ayak ucuna kaar üzerine kaplayacak örtü bulunamayan Musab(R.A)’ı…

VE YERYÜZÜNÜN KAHRAMANLARINI düşünüyorum…
Güpegündüz elinde fener “ insan arıyorum” diye yollarda ümitsiz, şaşkın, bedbin, garip gezinen bugünün insanlarına sesleniyorum:
Aradığınız fazileti sadece tarih sayfalarında zannetmeyin! Siz yeter ki arayın… Eğer fazilete, ahlaka, halife makamındaki insana meftun iseniz; onlar sadece toprağın altında değiller!
Çok yakınınızdalar…
Yeter ki siz samimiyetle arayın. Onlar kollarını açmış; size ulaşmak için, hizmet için fırsat kolluyorlar. İçlerinde öyleleri varki!..
Sahabilerin hassasiyeti var gönüllerinde …
Belki içine haram bulaşmıştır korkusuyla, camideki namazlarında seccadesini yanında götürenler. Gözlerine yabancı hayal girdi diye, yol parasını kefaret olması için sadeke verip mektebinden evine yayan dönenler…
Himmette müraccat edildiğinde; “Duydum ki himmete müraccat etmişsiniz kusura bakmayın, lütfen evimin tapusuyla anahtarı kabul buyurun” diyen fukara emekliler… Bir başkasından emanet ayakkabı alıp, bir başka şehirdeki kardeşini ziyarete gidenler…
Ve daha nice nice destanlar, destani kahramanlıklar…

ATİYİ düşünüyorum…
Her şeyin pek yakında tersine döneceği, Allah (c.c)’ın nizamının yeryüzünü tekrar huzura ve saadete gark edeceği atiyi düşünüyorum…
Aynı destan bütün ihtişamıyla o vakitte sürecek!
Asırların hasretle beklediği HZ. MEHDİ ve HZ. İSA(A.S)’ı düşünüyorum…
İnsanlığı aradıklarına tekrar kavuşturacak olan Hz. Mehdi ve Hz. İsa (A.S)’ı. Her sabah kalktığımda o günlere biraz daha yaklaştığımı hissediyor; “ ömrüm varsa bende çok şeylerin değişeceğini göreceğim” diyorum.

VE DUA EDİYORUM:
“Yarabbi!..
Beni de onların ordusunun en basit bir ferdi eylemez misin!..”

O Aldanmamıştı romanından altıntı.
Ömer Faruk Bayezit 1998

Sadece Sen




Şiirlerimi boğaza gömdüm
Senin için
Gel dedim, gelmedin.
Sabret bekle dediler
Bekledim…
Gene gelmedin.
Bu sefer aşkı öğren dediler
Kimden dedim
Ses vermediler…
Çünkü onlarda aşk için,
Bu yollara düşmüşler.

Meryem Ekim Ülker
Ekim 2004

Mazi


“Kutlu misafirden geldi mi haber
Bak nurlanmış yüzün, eşarbın kamer
Seni ümmetliğe almış peygamber
Tevhid bahçesinde gonca gibisin
Bunalıp başını taşlara vuran
Adressiz yollarda bıkıp yorulan
Rehberin mi oldu Hz. Kuran
Eski günler için yasta gibisin.”
                                     Ankara 2003

07 Eylül 2012

Haydi Gel Benimle Ol



İnsanları seviyoruz, hayvanları seviyoruz. Neye ve kime göre sevdiğimiz konusunda milyarlarca insanın milyarlarca cevabı olacaktır eminim. Evet, seviyoruz ama neye göre kime göre sevmeliyiz.

 ‘’İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.’’

Evet hadiste de buyruluyor ki birbirinizi sevin. Peki neden?
Diyor ya şair Cemal Safi;

 Benim için yaratıldı Muhammed (s.a.v)
Benim İçin yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Embiyanın yüzünde ki nur benim…

Benim adım AŞK.

Tek Hece Aşk şiirinde ne güzel anlatmış değil mi? Nurundan yarattım diyor ya nebisine, sevdi, sevmemizi istedi, onun sevdiğini ne kadar seversek ona yaklaşacağımızı bildi. Yaklaşmamız için aracılar gönderdi, birbirimizi ayna bilmemizi istedi.

Kişi önce aynaya bakmasını bilmeli, manevi aynalar edinmeli, kendine bakınca ne görüyor düşünmeli tartmalı. Manevi aynalar dünyevi aynalara benzemez hiçbir zaman seni güzel göstermez. Öyle ki bu aynalar hep noksanları eksiklikleri, yarım kalmış yanlarımızı gösterir, hiçliğimizi yüzümüze vurur. Bu manevi aynalara her yiğidim diyen bakamaz, Şemsin imtihanından geçemez, her er olan. Mevlana olmak gerek bu aynaya bakabilmek için ham olduğunu kabullenmek. Nefsin hoşuna gitmese de bakabilmek sevmediğin, argo tabirce fıtık olduğun, elektrik alamadığın kişiye bakabilmek, ona yakın olabilmek. Mümin müminin aynasıysa, baktığınızda gördüğünüz haz almadığınız, elektrik alamadığınız o kimse; sizsiniz. Kabul edin psikolojide de böyledir; insan hep eksik yanlarını görür başkalarında ya da kendi eksikliklerini kapatmak için hep bir savunma mekanizması arkasına gizlenir.Nereye kadar eksik yanlarımızı saklayacağız, kimden saklayacağız bizi yaradandan mı? Haşa. Sadece yapmamız gereken haydi gel benimle ol diyen herkese alıcı gözle bakmalıyız. Bu davet eden kişi hangi ahval içindedir. Onunla beraber olmak bizi nereye, kime götürür. Zaman öyle bir zamandır ki birinden nur akar diğerinden kir. Seçim bizimdir.

Kaderini insan kendi çizer Rabbim mutlak kader haricinde yol ayrımlarında kulunu yalnız bırakır kul seçer ve sahneler açılır. Bu sahne ister bir kumar masası, ister bir sohbet meclisi, seçen biziz. Kadere suç atmak sadece cahil ve ahmakların işi. Şimdi kapılar açılmış, her mecradan seslenen birçok kişi, çağırmakta bizi. Haydi gel benimle ol nidaları inlemekte televizyonlarda, internette cafelerde. Bir münadi seslenmekte, akın akın insanlar ilerlemekteyken küçük kıyametlerine durun ve bizimle olun, yolumuz size cenneti sunmaz belki, amaç cennet değil ki amaç aşk şarabından içip, taklitken tahkike ulaşmak. O’nu sevenlerden yazılmak levh-i mahfuza. Yol, sizin, seçim sizin, hayat sizin yinede bizden söylemesi, aynalarınızı güzel insanlardan seçin.


  

01 Eylül 2012

HEY GİDİ GENÇLİK HEY!




Bu sözü duymayan bir gencimizin olmadığını sanıyorum. Güngörmüş geçirmiş büyüklerimiz nerde, ne zaman, gençlerimizin sorumluluk almadan nerde akşam orda sabah hallerini görünce söyledikleri çok madinar bir sözdür “hey gidi gençlik hey!” nereye gidiyorsunuz. Evet, düşünmek lazım nereye gidiyoruz. Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın, mantığıyla dayatılan içi boş felsefenin ceremesini çektiğimiz şu günlerde batı kültürleri yönünü şarka dönmüşken batıya ayak uydurmaya, onların kültürleriyle evlatlarımızı yetiştirmeye ne zaman son vereceğiz. Öyle ki on sekiz yaşına gelen çocuğunu ben sana bakmak mecburiyetinde değilim diyerek evden kovan batılı ebeveyn yaptığı yanlışı anlamış ve artık çocuğumuza sahip çıkalım diyerek doğu öğretilerini benimsemişken biz, evlatlarımızı kendi ayakları üstüne bassın, gençliğini yaşasın, genç adam istediğini yapsın, diyerek küçük yaşta aileden ayrılıp arkadaşlarıyla yaşamasına izin verdik. Bununla da kalmayıp biz çok zorluk çektik küçük yaşta çalışmaya başladık aman bizim çektiklerimizi evladımız çekmesin diyerek yeri geldi içinde emekli maaşımızın olduğu kartı evladımızın eline teslim ettik. Sandık ki böyle yaparsak ebeveyn olma görevimizi yerine getirdik. Asla! Ne çocuğumuz mutlu oldu ne de bizi mutlu etti. Hiçbir şeyin zorluğunu yaşamadan elde eden neslimizin nefsi azdıkça azdı ve mutsuz, hayattan tat almayan, hiçbir ideali, hedefi olmayan içi boş bir gençlik türedi. Suçlusu gençlik mi yoksa biz ebeveynler mi bilemedim.

Gençliğimizin sorunları öyle ki özgür olma heves ve hevesatıyla bitmiyor. Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar onlara, teknolojiyi sunuyor. Teknolojiyi sunmakla kalsa iyi. Basılı ve görsel medyada sunduğu reklamlarla cehennemi cennet göstermekte, haramı helal kılmakta, kendini nefsin isteklerinden uzak tutmaya çalışan kutlu neslimizi yobaz olarak yaftalamaktadır. Teknolojinin marifetleri,içi boşaltılmış aşklar, teknolojiyi olumsuzluklara kullanan medya patronları, dünyanın neresinde olursanız olun bir tıkla bilgi yanınızda diyerek satılan telefonlar ve benzeri birçok safsafta sonunda gelinen nokta. Anne babasının kandilini, bayramını mesajla kutlayan yeni nesil. Gerçek bir dostluğu yaşayamamış binlerce genç. “Yahu senin hiç mi arkadaşın yok gez dolaş evladım bilgisayara yapıştın” diyen annesine “anne benim 1 milyon arkadaşım var facebookta” diyerek caka satan bir evlat. Halbuki dostluklar böyle basite alınacak bir olgu değildir. Çağımızın hastalığı depresyon diyor uzmanlar, tabi ki depresyon olur çünkü insanımız sıkıldığında dertleşecek, omzunda ağlayacak bir dosta muhtaç. Sevindiğinde mutluluğunu paylaşmak facebook ya da twitterda “mutluyum” yazıp kaç kişi beğenecek diye sürekli anasayfayı yenilemek olmamalı. Mutluluğumuz, sosyal medyada paylaştığımız videonun kaç kişi tarafından beğenildiğine bakıp beğenme sayısıyla doğru orantılıda da olmamalı.

 Herkesin yere göğe sığdıramadığı teknoloji, insanımızı kendine bir sigara tiryakisi gibi bağımlı kılmakta. Bu bağımlılık öyle bir şey ki sigarayı bırakmanın daha kolay olduğu kanısındayım. ABD'de yapılan araştırmada; Her üç boşanmanın birinde boşanma nedeni olarak internet bağımlılığı gösterilmekte. İnternet kullanıcılarının % 29'u ile % 50'sinin internet bağımlısı oldukları ortaya çıkarmış. Ülkemizde ki boşanma oranlarına bakılırsa bizimde batıdan aşağı kalır yanımız yok gibi.

Peki ne yapmalıyız. Teknoloji tamamiyle zararlıdır diye evimize tv, internet ya da telefon sokmama gibi bir durumumuz yok. Ama kontrollü bir teknoloji kullanılmalı. Çocuğumuz saatlerce internette ne yapıyor bakılmalı, anne baba evladıyla ilgilenmeli ki çocuk sevgi ve ilgiyi başka yerlerde aramamalı. Herhangi bir sıkıntısı olduğunda kendi yaşıtında tecrübesiz birinin verdiği akılla iş yapmak yerine bu konuyu babama sormalıyım o akıl vermeli demeli. Bizim kültürümüzün belki de en kötü öğretilerinden biri çocuklar öyle ulu orta yerde sevilmez, büyüklerin yanında öpülmez. Hanımına bir bey asla adıyla başkalarının yanında hitap etmez, O, şu, öteki gibi zamirler kullanarak seslenir. Öncelikle biz müslümansak öğretilerimiz İslam üzerine olmalı nerde görülmüş peygamberimizin(s.a.v) çocukları öpmediği, hanımlarına öteki, beriki diye hitap ettiği. Tam tersi gözümün nuru diye hitap ettiğini siyerden okuyabiliriz. Sonuç şu ki, önce anne baba olmayı hak edeceğiz, hakkını vereceğiz. Sonrasında evladımızın girdiği çevre, arkadaşları, arkadaşlarının aileleri ve onlara değer vereceğiz, konuşmasına fırsat vereceğiz. Eğer sürekli susturulursa bir çocuk, kendini rahat hissettiği kendine değer verilen ve konuşmasını fırsat verilen ortamları tercih eder. Ki sosyal medya herkese istediğini söyleme hakkı tanıyor ve insanları böylelikle cezbediyor. İyi bir anne baba olmak iyi bir evlat olmak o Kutlu Nebi’nin öğretilerine ayak uydurmaktan geçiyor. O’na (s.av.) tabi olmak, onun yolunda gitmek duasıyla. 

30 Ağustos 2012

Cehenneme Davetiye Çıkaran Şarkılar


Şarkılardan bahsetmeyi uzun zamandır tasarlıyordum ki bence benim yazacağımdan daha güzel açıklamalarla yazılmış bir yazıya rast geldim. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.Şarkı sözlerindeki cehennem davetiyesi…

- Madem unutacaktın beni neden yarattın!

- Kader sen bize eşit davranmadın!

- Ben kulun değilim gücenme tanrım!

- Kul günahkârsa tanrı ne yapsın!

- Bir tanrıya taptım bir sana taptım!

- Secde ettim aşka taparcasına!

- Kapansın camiler, açılsın meyhaneler!

- Dertlerin kalkınca şaha bir sitem yolla Allah'a!

- Bana kaderimin bir oyunu mu bu?

- Kitabına uydur gel uysa da uymasa da!


Yazarken bile Yaratıcım'a karşı kusur işlemekten çekindiğim şarkı sözleri...

Bazı zamanların en çok dinlenen, duygulara tercüman olduğu söylenen şarkılar.

İnsana her türlü nimeti veren Cenah-ı Hakk'a karşı aciz bir insanın bu sözleri ağzına dolayıp ''içten bir şekilde'' söylemesi hayretler verici bir durum! Eşref-i Mahlukat olan insanın Allah'a karşı isyan bildiren bu sözleri şarkı diliyle kullanması ''Allah'a karşı isyan olmuyor'' gibi  bir izlenim oluşturdu ve bu yüzden Müslüman olan insanlar bu şarkıları rahatça, sanki bir arıza yokmuş gibi yazıp rahatça dinleyebiliyor.

Ama elbette öyle değil. Bu şarkıları dinleyen insan şarkının içindeki sözleri nasıl benimseyip, ''aklını kullanarak'' kabul ediyorsa aynen bunun gibi isyan bildiren sözleride kendi dilinden çıkmış gibi Allah'a iletiyor. Bu da muhakkak ki o insanın imanını korkunç derecede zayıflatıp, Allah ile arasında olan iman bağına zarar veriyordur.

Allah'u Teala kullarına kendisine karşı isyan edilmemesi konusunda Kur'an-ı Kerim'de şu ayetlerle mesaj yollamaktadır;

''Kim Allah'a ve Peygamberine İSYAN eder, KOYDUĞU SINIRLARI AŞARSA, Allah'da onu ebedi kalacağı cahennem atesine atar.''  Nisa Suresi 14. Bir diğer surede ise şöyle geçiyor isyan konusu; '' Her kim Allah'a ve Resulüne ASİ olursa açık bir SAPIKLIK etmiş olur'' Ahzap Suresi 46

Aklını kullanıp bilinçli düşünebilen her insan anlayacaktır ki, bahsini ettiğimiz şarkılarda geçen ifadeler elbette Allah’a, Allah’ın kuluna dünya hayatında önünü sunduğu sınava isyandan başka bir şey değildir. Ve Allah’da Yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de Kendisine yapılan bu isyanın karşılığının ne olacağını açıkça belirtmiştir.

Halık-ı Kainat insanı taş, toprak yada hayvan ve bitki olarak değilde insan olarak yaratılma nimetini sunmuş, insanlar içindede Müslüman olmakla şereflendirmiş kendisine binlerce güzel nimetler vermişken o insanın ‘’Ben kulun değilim, gücenme tanrım.!’’ şeklindeki bir ifadeyi Yüca Yaratıcısı olan Allah’a karşı kullanması ne kadar akıldan ve mantıktan uzak bir durum! Kul bu sözleriyle MÜTHİŞ BİR CESARETLE kendisinin artık Allah’a kul olma nimetinden vazgeçtiğini AŞKLA ifade ediyor.

‘’Madem unutacaktın beni neden yarattın!’’ bu da en çok dinlenen arabesk şarkılarının arasında yer olan isyan dolu diğer bir söz. Madem unutacaktın beni neden yarattın!  Canab-ı Hakk hiçbir kulunu bir an olsun unutmaz.
‘’Senin Rabbin seni unutmuş değildir.’’ Meryem suresi 64

Kul eğer hayatta ise ve nefes alıp verebiliyorsa Yaratıcısı onu unutmamış demektir. Allah’ın kulunu unuttuğu an, onun yok olduğu andır. Bu da hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği için Allah’ın kulunu unutması kuluna, madem unutacaktın… gibi bir söz söyletmesine sebeb olması imkansızdır. Allah kulu ile sadece dünyada değil dünya hayatından sonrada an ve an alakadardır.

‘’Bir tanrıya taptım, bir sana taptım.’’ Allah bizlerden sadece Kendisine tapmamızı isterken, Kendisi tarafından bize verilen sevme ve aşk gibi duygularını fani bir varlık için aşırı ölçüde kullanıp, ona ‘’sana taptım’’ sözlerini kullanacak dereceye getirmek ne büyük bir yanlış!  Allah kulunun bu durumunu nasıl karşılıyordur!

“ Deki, Ben Rabbime isyan edersem gerçekten, büyük bir günün (kıyamet gününün) azabından korkarım.’’
   En'am Suresi 15

İçinde Yaratıcımız olan Allah’a karşı isyan olan şarkılar bitmek bilmiyor… Bir diğer şarkıda ‘’Kul günahkarsa tanrı ne yapsın.’’ Kul günah işler ve ondan sonra inancı sağlam ve imanı varsa Allah’a tövbe eder ve Allah kulunun tövbesine karşılık verir. Kul günahkarsa tanrı ne yapsın şeklinde bir ifadeyi kullanan insan Allah’ın bağışlama sıfatı yok etmiş olur! Kur’an-ı Kerim’de Allah bağışlanma konusunda kullarına şöyle buyurmaktadır;

‘’Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.’’ Nuh Suresi 10

Bu şarkılar ile Müslüman olan insanları Allah’a isyan eden, tabiri caizse O’na kafa tutan insanlar haline getiriliyor, ahiret sınavında onlara en çok lazım şey olan imanları zedelenip yıkılıyor.

En acı durumda Müslüman olan insanlar Allah’a karşı yaptıkları bu isyanın farkında bile olamıyorlar…

Kendini bu tür şarkıları şarkının içine katarak dinleyen insan bu şarkılardan biraz uzaklaşıp hakiki Müslüman bilinciyle baktığında kendisinin dünyada ki en büyük yanlışı yaptığını Yaratıcısına isyan ettiğini net bir şekilde görecektir. Dünyada akıl ve mantıktan en uzak şey nedir? Diye sorulsa buna verilecek cevapların başında gelir aciz bir kulun Yüce ve Ululuk sahibi Yaratıcısına isyan etmesi...

İblisin Cennetten kovulup Cehenneme atılmasına da Yaratıcısı olan Allah’a asi olup isyan etmesi sebep olmuştu…

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şarkı ve müzik konusunda Risale-i Nurda şöyle bahsetmektedir ;

‘’Hatta kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kainattan gelen manevi nidaları (sesleri) işitir. Lisan-ı hal (hal diliyle) ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder (anlar). Hatta o nur-u iman sayesinde rüzgarların terennümatını (seslerini) , bulutların naralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını (güzel seslerini)  ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbani kelamları ve ulvi tesbihatı işitir.

Sanki kainat, İlahi bir musiki dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla (sesle) kalblere hüzünleri ve Rabbani aşkları intiba ettirmekle (tesir ettirmekle) kalbleri, ruhları, nurani alemlere götürür, pek garip misali levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder (ulaştırır). Fakat o kulak, küfürle tıkandığı zaman, o leziz, manevi, yüksek savtlardan (seslerden) mahrum kalır.

Evet, ulvi hüzünleri, Rabbani aşkları iras eden (veren) sesler helaldir. Yetimane hüzünleri, nefsani şehevatı tahrik eden sesler haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.’’

Gençler bu zamanda günümüzün olumsuz, sosyal etkenlerinin de etkisiyle ufak bir sevgiye tutulduğu zaman kendini aşık zannedip derbeder eder, o anda kendi hislerine yakın zannettiği bu tür şarkıları dinler ve aklını devreden çıkararak kalbi ile o sözlere eşlik eder… Ve ne yazık ki eşlik ederkende Yaratıcısına ne gibi büyük bir isyanda bulunduğundan bihaberdir.

Rabbim bizleri bu gibi isyan bildiren, Kendisinden uzaklaştıran, Şeytana yakınlaştıran müziklerden ve şarkılardan uzak tutup, kalplerimizi, kulaklarımızı Kendisine davet eden müziklerle şenlendirsin!


Hatalar, kusurlar bize güzellikler O'na (C.C) aittir.
Vesselam


Kaynak : Risale Ajans

29 Ağustos 2012

Gel Ey Çarem...

Ey günahkarların sığınağı sana sığınmaya geldim.
Çok kabahatler işledim.
Sana yalvarmaya geldim.
Karanlık yerlere saptım,
Bataklıklara saplandım.
Doğru yolu aydınlatan ışık kaynağına geldim.
Çıkacak bir canım kaldı.
Ey bütün canların canı,
uygun olur mu söylemek
Canımı fedaya geldim.
Cömertlerin kapısına bir şey götürmek hatadır,
Basmakla şereflendirdiğin toprağı öpmeye geldim.
     
                                                              Grup Vuslat 
Dip Not: Tülin'ime itafen.

Aşk Neydi!



Bir uyanıştı,
Farketmek yağmur damlasının sesini.
Bir bebeğin annesine gülümsemesi,
Anne için bir tebessümdü imkansızlıkları başarma hissi veren.
Bir sevgiliydi gözyaşı döken türkülerde,
Bir anneydi evladını askere gönderen.
Aslında tek şeydi insanların yapmak istediği,
Anlatmak istediği tek şey;
Yaşadıklarını anlatmak başka duygulara, hislere, aşklara...
Aşk her gönülde aşktı.
Acılı bir türküydü.
Mevlana için aşk; neyin sesiydi.
Yunus için Taptuk Emre'nin asasıydı Aşk.
Ferhat için aşk dağlarda gezmekteydi.
Orhan Veli için suya değen bir kadının ayak sesiydi.
Ve,
Tüm türkülerde, şiirlerde, kitaplarda aşk anlatılmaktaydı.
Tüm kitaplar aşkı anlatmak için gönderilmişti semadan.
Ve
Tüm kitaplar tek bir kitabı anlatmak için yazılmıştı.
                                                                          M.E.A
                                                                       Aralık 2006
                                                                             Trakya

27 Ağustos 2012

Meleklerin Varlığı




Sınırlarını bilmediğimiz ya da bilemediğimiz muhteşem bir âlemde yaşıyoruz. Üzerinde doğup büyüdüğümüz ve hayatımızı devam ettirdiğimiz dünyamız, güneş sistemine bağlı gezegenlerden yalnızca bir tanesi ve uzmanlarına göre bu güneş sistemlerinden binlerce mevcut. Fakat bu dünyayı diğer gezegenlerden ayıran bir nokta var bu dünyada hayat olgusunun oluşması ( tabii ki bu diğer gezegenlerde hayat olmadığını göstermez) bir şeyi görmemek o şeyin olmadığı anlamına gelmez. Maddi olmayan varlıklara da bu açıdan bakmak gerekir; insan görmüyor diye aklım yok,  zekâm yok, ruhum yok… Diyebilir mi? Sevgi ve nefret duygularım yok diyebilir mi? bu gün bu göremediğimiz fakat varlığına inandığımız varlıklar üzerine biraz konuşalım. Bu manevi varlıklardan üzerinde ilk konuşmamız gerekenlerden bir tanesi Meleklerdir
Melekler gözle görülmeyen, nurdan yaratılmış manevi varlıklardır. Dört büyük melek olarak adlandırılan Cebrail(as), Azrail(as), Mikail(as) ve İsrafil (as) gibi büyük meleklerin olması meleklerin varlığına iman etmenin sebeplerindendir. Meleklerin varlığına diğer delillerden birkaçı ise;
·       Meleklerin varlığından, tüm semavi kitapların bahsetmesi¹
·       Cenab-ı hakkın tüm kainatı canlılarla doldurmuş olması
Cenabı hakkın bu dünyayı mükemmel bir şekilde bizi hayrette bırakacak
 Derecede sonsuz bir ilimle yaratmış bizden de bu ilmi tanımamızı istiyor fakat bu kâinat sadece dünyadan ibaret değil koca koca gezegenler, galaksiler boşuna yaratılmamıştır. Yedi katlı sema olarak tabir edilen yerlerde Cenabı-ı hakkı tanıyıp ibadet edecek kullar Melek meleklerin varlığının delillerinden yalnızca biridir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi melekler nurdan Allah’ın emirlerini uygulamak üzere yaratılmış varlıklardır. Melekleri insanlardan ayıran özellik ise cüz-i iradelerinin olmamasıdır.” Fakat bu iradelerinin olmadığı anlamına gelmez iradeleri vardır fakat şeytan tarafından musallat olunmadıkları için bu iradelerini insan gibi kötü yönde kullanamazlar.” ² melaikelerin diğer özelliklerine genel olarak bakacak olursak
·       Nurdan yaratılmış varlıklardır
·       Günah işlemekten korunmuşlardır
·       Son derece güçlü ve kuvvetlidirler ve hızlı hareket ederler
·       Allahın emir ve izniyle çeşitli şekillere girebilirler
·       Normal şartlarda gözle görünmezler peygamberler onları asli suretleri ve büründükleri biçimde görebilirler
·       İlahi kanunların icrasıyla görevlidirler 


kısaca meleklerin varlığına dair değinmeye çalıştık cenabı hakkın  hata ve kusurlarımızı affetmesi niyet ve arzusuyla...






² Said Nursi sözler-24.Söz -s.318
 kelam terimleri sözlüğü, islam yayınları

Geçmiş Bayram Temizliği


Yoğun bir bayram programından sonra insanın evinde olması çok güzel. Ne demişler tebdili mekanda ferahlık varmış. Ama bu ferahlık çok da uzun sürmüyor oğlum bile ilk beş gün odasını yatağını aradı kuzum sonunda Ankara havasına dayanamadı hasta oldu yeşil yeşil mümüklerle dolaşıyor evde öyle bir fabrika ki burun (Rabbim ne güzel yaratmış) habire üretiyor hiç eksik olmuyor. Son beş gündür dur durak bilmeden silmemize rağmen bitiremedik. Neyse Rabbimin işinden sual olunmaz.

            Sonuç o ki her temiz bayan bayram öncesi yaparken temizliklerini ben bayram sonrası yaparak ne kadar ters bir insan olduğumu bir kez daha göstermiş bulunuyorum. Nerden mi anladım salonun camını silerken mahallenin oturaklı teyzeleri (oturaklı derken gerçekten oturaklarını alıp bakkal önünde oturuyorlar bazen hiç bir işlerinin olmadığını ve hep orada nöbet tuttuklarını düşünüyorum sivil polis bile olabilirler :)) cümlenin başına dönelim mahallenin oturaklı teyzeleri camı silerken uzun uzun süzdüler oğullarına mı alacaklar diyecem ama evliyim bir oğlum var demek ki ne pis hatun bayram geçti daha yeni temizliğe başlamış hım dediklerini duyar gibiyim.

Neyse ki on beş günlük tatilin sonunda cam, kapı, derken tatilin rehavetini üzerimden atmış bulunuyorum. Öyle bir anlattım ki tatile Kuşadası’na gittim sanmayın annem ve kayınvalidem arasında mekik dokudum. Anladınız siz :).E benim temizliğim o kadar olur yarısında Amine kardeş geldi kardeş kardeş oturduk oturuken boş durmadık Ramazanda verilen 400 gr yağı fazlasıyla almak için pek çaba göstermedim ama aldım. Hadi hayırlısı önümüzdeki Ramazanlarda zayıflamak ümidiyle... Hoşçakalın efendim.

11 Ağustos 2012

Özledik Sevgili Çok Özledik


                           Bu ilahiyi ne zaman dinlesem Saadet Asrına bir pencere açılır, Rabbim bu açılan pencereden giren ahir zamanda saadet asrının ruhuyla yaşanlardan etsin. Özledik seni sevgili.