30 Temmuz 2012

Oku-MA...

Yıllardır az çok bir şeyler okumaya gayret eden birisiyim. Öncelikle hayranı olduğum bir kaç yazardan sonra neler okuduğumdan bahsetmek ve tanıtmak istiyorum. Lise 2. sınıftayken Edebiyat Öğretmenim Bilge Yüksel'i sevmemin de katkısı olacak ki edebiyata merak saldım. Tasavvufi bir eğitim alma çalışmamda beni divan edebiyatı şairi Fuzuli'ye yakınlaştırdı. Bu sevgimden haberdar olan hocam Fuzuli'den ikilikler yazar derste getirip bana verirdi. Dünya görüşümüz zıt olsa da kendisini çok sevmişimdir. İdealist bir öğretmen olması tüm sınıfa onu sevdirmiştir. Öyle bir sevgi ki ağlayarak gidip 'Hocam, kopya çektim kendime bi saygısızlık yaptım ama size yapmamalıydım. Önümdeki arkadaştan baktım bir kaç soruyu, isterseniz sıfır verin razıyım.' diyebilecek kadar sevdirmiştir, bu şahsiyet kendini. Öyle ki beni yakından tanıyan arkadaşlarımın hepsi Fuzuli'yle ilgili hayallerimi bilirler. Evet, şu cennette tuba ağacının altında oturup birbirimize kaside okuyacağımız hayalini. Yani inş. cennete girersem orada görmek istediklerim listesinde fuzuli ilk beşte.

Aslında okuma aşkım orta son sınıfta şu gençlik dizisi yazarı İpek Ongun'un serisini okumakla geçti. O zamanlar gençlik başımda duman ergen hülyalarıyla bir nefeste okuduğum kitaplara şu an dönüp baktığımda zaman kaybı diyorum. Cahillik işte batı hayatını empoze eden bir yaşam tarzı, hoş denemedim değil dediklerini yazarın ama her denemem başarısızlıkla ya da annemin kurallarıyla karşılaştı. Olsun yine de okumayı sevdirdi. Sonrasında İslamiyete dönüşümle birlikte Halit Ertuğrul'un kitaplarına sardım. Bekliyorum artık 'Meryem' adlı bir kitapta çıkarır diye ama çıkarmadı galiba yıllardır kendisini takip etmiyorum. Ama ağlayarak namaza başlamama onun 'Düzceli Mehmet' adlı kitabı vesile olmuştur. Sonrasında Huzur Sokağı Şule Yüksel Şenler oradaki Hilal adlı küçük kızın ve annesinin savaşı bana ' Ben Müslümanmıyım!' sorusu sormama neden oldu ve kitap bittiğinde altımda blujeans, sandalet ve evde bulduğum en uzun gömleğimle tesettüre girdim. Şükürler olsun o kitabı bana okumam için verdiren Rabbime.

Sonra lisede kardeşlerim oldu, şu an Türkiye dışında ikamet etse de bende yeri ayrı olan bir kardeşim oldu hayatıma anlam kattı. Sonra başka kardeşler uzakta olsakta hep birbirimizi sevdiğimizi hissettiğimiz her insana nasip olmayacak türden. Birinin adı Zeliş, birinin adı Aygül, birisi can kardeş tülin ve adını sayamayacağım nice kardeş. Rabbim onların sevgisini benden almasın. Sonra hayatıma çok kardeşler girdi ama kimse onlar kadar sevilmedi. 

Okuma öyle bir hal almıştı ki gözlük sahibi olmuştum. Ne güzel günlerdi. Hala okuyor muyum? Eskiye bakarak hayır. Ama bir İskender Pala, Ahmet Lütfi Kazancı'nın Özlenen Şafak Serisi, İmam Gazali Gençlik Risaleleri, Yavuz Bülent Bakiler... ve niceleri. 

Şimdi ne mi okuyorum. Semerkand Dergisi iyi ki üye olmuşumda ayda bir bak dergin diye elime tutuşturuyolar bende yolda hastanede bazen evde bi resimlerine bakayım diye karıştırıyorum. Halbu ki her eve bir molla hizmeti sunan bu dergi hakkıyla okunsa belki evliya olmam ama yazılanları idrak eder yaşarsam veli bir kul olabilirim. Semerkand dergisinden önce yine Semerkand'a bağlı Ailem adlı dergiye abone olmuştum ama bana hep okuduğum kitaplardan derleme geldi bi de o zamanlar çocuk felan yoktu genç, çıtır bir hatundum ne olur benim çocukla işim dedim dergimi değiştirdim ama gelin görün ki bi bebeye ( Bebe Anadolu'da çocuk anlamına gelir.) çişini öğretemedim. 

Derim ki; benim gibi hızlı başlayıp yarı yolda solmayın. Okuyun özelliklerde ' Tenbih-ül Gafilün, Bostanül Arifun' adlı kitabı. Önceden Bedir Yayınevinden çıkan bu kitabı Semerkand Yayınları da bastı. Duyrulur.


29 Temmuz 2012

Arakan ve Tatil


Arakan kan ağlarken ne tatili diyebilirsiniz. Şu an tatil mevsimi olduğu için tatilde olan kardeşlerimiz konuya biraz uzak kalmış olabilirle amacım tatil başlığını attım ki en azından bir duayla konuya iştirak buyursunlar.
 Az önce bir fotoğraf gördüm ve onun üzerine yazmaya başladım. Öncelikle gördüğüm resim hiç bir insan evladının dayanabileceği bir şey değilken nasıl oluyor da bu insanlar o işkenceleri reva görüyor. Rabbim en merhametlilerin merhametlisiyken benim görünce tüylerimin diken diken olduğu ve o evladın annesinin yerine kendimi koyup yutkunamadım duruma nasıl  Rabbim susar.

Allah (cc) neden insanlar arasındaki savaşlara karışmıyor? Mesela Gazze’de ve birçok yerde neden milyonlarca insan vahşice öldürülüyor?

Kim suçlu!?

Bir düşünelim! Bir komutan askerlerini en son sistem silahlarla donatsa, daha sonra bu askerler düşmanla karşılaşsalar fakat askerler ellerindeki bu silahları kullanmasalar ya da kullanmayı beceremeseler, sonunda düşmana mağlup olsalar suç komutanın mıdır? Askerler; “Komutan bize niçin yardım etmedi, etmiyor?” Demekte haklı olabilirler mi?
Dünyada Yahudiler'in toplam nüfusu sadece; 20 milyon. (5 milyonu İsrail, 5 milyonu Amerika, 10 milyonu ise diğer ülkelerde dağınık bir şekilde...)
Dünyada Müslümanlar'ın toplam nüfusu ise; 1,5 milyar.
En büyük ekonomik güce sebep olan petrolün büyük bir kısmı, İslam ülkelerinden çıkıyor. Fakat 3,5 milyon Yahudi, Müslümanlar'ı katlederken 1,5 milyar Müslüman seyrediyor! Sonra soruyor: “Allah (cc)Müslümanlar'a niye yardım etmiyor?”

Bu durumda Allah’ı suçlamaktan utanıp, kendimizi suçlamamız daha doğru olmaz mı?
Belki desorulması gereken asıl soru; “Neden dünyada 1,5 milyar Müslüman varken, Gazze’de ve birçok yerde milyonlarca insan vahşice öldürülüyor?!” değil midir?


Dünya cennet değildir!

Dünyada savaşlar, zulümler, haksızlıklar, ölümler, bela ve musibetler süre gelmektedir. Çünkü dünya cennet değil. Savaş, felaket ve hastalık gibi sıkıntılar olmasaydı dünya, dünya değil cennet olurdu. O zaman insan da imtihanda olmuş olmazdı. Halbuki insanlar dünyada bir imtihan için bulunmaktadırlar. Cennete layık olup olmayanlar test edilmektedir.Bela ve musibetlerin olması bu imtihanın gereğidir. Arzu edilen, hayali kurulan keder ve zulmün olmadığı cennet âlemine insan layık olduğu takdirde gidecektir.


Allah (cc)çalışana verir!

Allah’ın dünyadaki bir kanunu da çalışana vermesidir. Kur'ân'da; “İste kulum vereyim.” (Mü'min, 60) buyrulmuştur.Kim ne isterse Allah (cc)onu verir. İyilik ve hayır için çalışana iyilik ve hayırları yaratır, zulüm için çalışanların zulümlerini çoğaltır.
Ne yazık ki, günümüzde Müslümanlar'da ileri derecede tembellik ve nemelazımcılık mevcut. Müslümanlar iman, İslam ve barış için ne kadar çalışırlarsa Âlem-i İslam’ın üzerindeki bu sıkıntılar, mazlumların ölümleri okadar kısa zamanda son bulabilecektir. Şu an apaçık görüyoruz ki ahlaksızlar, inançsızlar Müslümanlar'dan çok daha fazla çalıştıkları için neticeyi onlar almaktadırlar.

Allah (cc), zalimlere mühlet verir, ihmal etmez!

Allah (cc) zalimleriçin, acele etmez. Çünkü inkâr edenler için sadece dünya lezzetleri vardır, ebedi cennet onlar için söz konusu değildir.Allah (cc), tevbe edip hidayet bulmaları için merhametinden onlara mühlet vermektedir.
Fakat Allah (cc) zalimlere mühlet veririhmal etmez! Haksızlıklara ve zulümlere, geçici olarak müdahale etmeyen İlahî adalet, Mahkeme-i Kübra’da tam olarak tecelli edecektir.


Musibetler mü’minlerin günahlarına kefarettir

Küçük meseleler yerel (alt) mahkemelerde, büyük suçlar ise yüksek ceza mahkemelerinde halledilir.
Allah (cc), merhametinden dolayı, Müslümanlar'ın işlediği günahlara karşılık onlara bu dünyada musibet verir, cehennem azabından kurtarır. Çektikleri musibetleri ve gördükleri zulümleri günahlarına kefaret yapar. Zalimlerin büyük suçlarının muhakemesi ise Mahkeme-i Kübra'ya havale edilmektedir.


Savaş gibi bazı musibetler insanlara “bedel” olarak gelir

Sadece görmüş olduğumuz olaylara bakıp,İlahî kaderiyargılamak adaletsizliktir. Çünkü insan gördüğü olayların geçmiş ve gelecekle olan alakasını kuracak bir ilme ve güce sahip değil. Allah'ın ilmi ise, tüm zaman ve mekânları kuşatır. Tüm zaman ve mekânlar Allah (cc)için bir an(ın içi) hükmündedir. Dolayısıyla Allah (cc), geçmiş ve geleceği bilir ve ona göre muamele ederek asıl adaleti gösterir.
 
Küçük bir misal:

Hırsız olmadığı halde hırsızlıkla suçlanan bir kimse bize göre haksızlığa uğramıştır. Halbuki o kişinin, bizim bilmediğimiz geçmişte yaptığı bir suçu vardır. İşte, Allah (cc) onu bilir ve ona göre hükmeder. Yani insanların zulüm olarak gördüğü olaylarda, aslında kaderin tam bir adaleti gerçekleşmektedir.

Bu durum, musibetin “bedel” yani karşılık olarak gelmesi şeklinde de ifade edilir. Özellikle de Allah (cc) Müslümanlar'ın işlediği bir takım hata ve günahlarına bedel, merhametiyle bu dünyada musibet vererek onları cehennem azabından azad eder.

Allah (cc), savaşlarla Müslümanlar'ı ikaz ediyor!

Musibetler İhtar-ı İlâhi'dir. Allah (cc) mü’min kullarını günahlardan uzaklaştırmak için bir musibet taşıyla ikaz eder. Böylece o musibetle kullarını yapabileceği pek çok yanlıştan vazgeçirir.
İslam alemine yapılan zulümlere Allah (cc) izin veriyor çünkü Müslümanlar dinlerini gerektiği gibi yaşamamaktadırlar. Müslümanlar İslam kardeşliğinin gereği olan dayanışma halinde değiller.Allah (cc)bu durumdan elbette razı değil. Müslümanlar'ın birlik ve beraberliğinin temin edilmesi için gayrette bulunmayan ve dünyaya dalmış İslam âlemini Allah (cc), zalimlerin elinden gelensavaş ve zulümlerle ikaz ediyor.


Allah (cc)Yahudi milletini hiçbir zaman muzaffer etmemiştir!Allah (cc), Yahudileri hiçbir zaman amaçlarına ulaştırmayacağını,Maide suresi, 64. ayetle bildirmiştir. Yahudiler lanetlendiklerinden itibaren hiçbir zaman, hiçbir yerde planladıkları neticeye ulaşamadılar. Kutsal toprakları da ele geçirmelerine Allah (cc) izin vermeyecektir. Onlar istediklerini elde edemezler ama yeryüzünde fesat çıkarmaya devam ederler. Müslümanlar'a düşen, İslam’ı hakkıyla yaşayıp İslam kardeşliğini oluşturmakla onların bu fesatlarına fırsat vermemektir.

“Yahudiler: "Allah'ın eli bağlıdır (cimridir)" dediler. (Haşa!) Dedikleri yüzünden ( hayırlı işlerde) elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Bil'akis O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi dilediği kimseye karşılıksız verir. And olsun ki Rabb'inden sana indirilen şeyler, onlardan bir çoğuna azgınlık ve küfrü arttıracaktır.

Aralarına kıyamet gününe kadar (devam edecek) düşmanlık ve kin bıraktık. Ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa Allah onu söndürmüştür. (Onları muvaffak kılmamıştır.) Buna rağmen Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışırlar. Halbuki Allah, fesat çıkaranları sevmez.” (Maide, 64)


Savaş, Müslümanlar'a şehadet makamını kazandırır

Cenab-ı Hakk zalimin zulmüne düşmüş mü’minleri, masumlar ve şehitler zümresine dahil eder. Onlar, ölüm acısı duymadan ve cehenneme uğramadan cennete giderler. Yetmiş kişiye de şefaat edip, onları da cehennemden kurtarırlar.

Sevdirilmeye Çalışılan Tek Göz


Bir kaç ay önce bazı televizyon kanallarında yapılan tartışmalarla ve sosyal medyada bahsedilen illuminati adlı topluluğun varlığı yaptıkları ve yeni dünya düzeni hakkında bilgisi olmayan çok az insan kaldı sanıyorum.

Ben bu örgütün olduğunu ve bize bahsedilenden daha karanlık olduklarına inanıyorum. Yıllar önce yayınlanan Şubat Soğuğu adlı dizide alenen anlatılan kirli eller bu topluluk. Şükür ki Rabbim Enfal Suresi 30. ayetinde ''Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.'' Diyerek onların boşuna planlar kurmakta olduğunu biz inananlara bildirmektedir.  

Sonuçta kıyamet alametlerinden biri olan hadislerde;
  • Deccalın bir gözü kördür. [Buharî, Müslim, Ebu Davud, Ebu Nuaym]
  • Sizin için Deccaldan daha çok sapık liderlerden korkarım. [İ.Ahmed]

İlluminati adlı mason tarikatının inancı sapık bir inanç olan Kabala’ya dayanıyor. Ve Hz. Süleyman(a.s) ve Hz Davut (a.s)’a dayandırdıkları farklı öğretilerle kendi aralarında anlaya bilecekleri sembolleri bulunuyor. Ki artık bu semboller tüm dünya tarafından alenen biliniyor. Bunlardan bir kaçını sizlerle paylaşıyorum.



Benim asıl anlatmak istediğim Subliminal mesaj ile çocuklarımıza tek gözlü karakterlerin sevdirilmesi. Bizim kültürümüzü anlattığını düşündüğümüz Dede Korkut adlı çizgi filmde adı geçen Tepe Göz karakteri. Pokoyo adlı yabancı ülkeden alınıp yayınlanan filmdeki Marslılar olarak adı geçen tek gözlü renk renk sevimli yaratıklar. Disneyland’ın Mckey Mause, Alaaddinin Sihirli Lambası, Artur, Aslan Kıral, Sünger Bob ve bu liste uz nar gider.

Bahsetmiş olduğum çizgi filmlerde Tek gözlü deccal haricinde fazlasıyla gözle görülemeyecek şekilde yerleştirilmiş birçok cinsel çağrışım ve obje bulunmaktadır.

Sürekli cinsel çağrışımlı çizgi film ve dizileri izleyen çocuklarımız erken ergenliğe giriyorlar. Önceden bir bayana 9 yalındaki bir erkek çocuğu haram sayılmazken şu an beş yaşındaki bir çocuğun yanında bile kılık kıyafete dikkat edilmesi konusunda uyarılmaktayız.

Emine Şenlikoğlu’nun bir röportajındaki ‘Beş yaşındaki bir erkek çocuğundan saçlarımı sakınmadım ve sonrasında o çocuğu babasına saçımı anlatırken duydum.’  yazısınıda paylaştıktan sonra. Sizden istirham ederim, çocuklarınıza bu çizgi filmlerin yanı sıra, Sihirli Annem, Bez Bebek, Dedemin Dolabı, Hary Porter, Acemi Cadı vb. dizileri izletmeyiniz. Bu diziler imanın şartı olan kader inancını yok etmek için kurgulanmış dizilerdir. Yaratmak Allah’a mahsusdur. Zamanı değiştirme, olayları değiştirme gelecekten haber verme ve gaybı bilmek gibi saçma şeylerle hem Allah inancına hem de Kader inancına konulmuş bir dinamittir bu dizileri izletmek.

Müslüman uyanık olmalıdır. Uyanık olanlardan eylesin Rabbim. 

28 Temmuz 2012

Çişimiz Tuvalette...



                     Öncelikle yavrusuna tuvalet eğitimine başlayan annelere sabır ve yardım diledikten sonra konuma geçmek istiyorum. Son üç aydır oğluma tuvalet eğitimi vermeye başladım. Tabi yeni fenomenimiz Pepee'nin şarkısı eşliğinde. Ben, eşim kayınvalidem olmak üzere hepimiz bu şarkıyla tuvalet eğitimine başlasak da benim erken zamanda başlamam ve oğlumun ilk defa beni hayal kırıklığına uğratması sonucu hala aynı şarkıyı söyler durumdayız.

Ve tuvalet eğitiminin ne kadar önemli olduğu konusunda az çok bilgim olmasına rağmen, benimle uzun uzun konuşan Okul Öncesi Öğretmeni Ebru Durgut arkadaşıma buradan teşekkür ediyorum. Bir kaç form sitesinden ve kitaplardan okuduğum kadarıyla sizlerle paylaşacağım.

                           Ama öncesinde eğer titiz bir anneyseniz tuvalet eğitimine başlarken benim gibi halılarınızı ortadan kaldırın. Havaların sıcak olması bize bu konuda avantaj sağlayacak.
                         Koltuk takımınız yada kanepelerinizin üzerine kesinlikle ve kesinlikle örtü serin. Çünkü  o mini minicik sevimli oğlunuz gözünüze baka baka kanepenize kakasını yaptığında hiç de sevimliliği kalmıyor. Hatta bir ara çıldırma noktasına geldiğiniz anlar bile olabilir dua edin de o anlarda eşiniz yanınızda olsun ve o minik b.böceğini alıp diğer odaya götürsün.
                         Birde bu eğitim boyunca evinize misafir çağırmayın ve misafirliğe gitmeyin. Şükür ki benim oğlum sadece annesinin halı ve kanepelerine işiyor başka yerde söylüyor bu benim için sevinç kaynağı durumunda okurken maşşallah deyin sonra nazar değiyor. :)

                      Sonuç olarak Freud' a göre 0- 3 yaş kişiliğin nasıl oluştuğunu anlatan yazımla kapanışı yaparken sadece sabır diliyorum ve çocuk yetiştirmek gerçekten bir sanat Rabbim yardımcımız olsun tüm annelerin. Amin.

1. Oral Dönem: ( 0-2 ) yaş

Haz kaynağı ağızdır. ( Besin almak ) Dudaklar, ağız boşluğu, yutma şeklinde işler. Eğer besin maddesinden hoşlanılmazsa tükürülür. Diş çıkarmaya başlayınca ısırma ve tükürme işin içine girer. Bu yapılar daha sonra kişiliğin karakterini belirler. Ağzın dolmasından hoşlanım bilgi edinme, eşya depolama ve bunlardan haz almaya dönüşebilir ya da kolayca aldatılabilir, her şakaya kanabilir. Yani, “ oral saplanım ” görülebilir.
Bu dönemde anneye bağlılık çok ön plandadır. Bağımlılık duyguları bu dönemde oluşur ve yaşam boyu da sürer. En zor giderilen duygudur. Egonun gelişmesinden sonra bile bireyin kaygılı, korkulu, güvenini yitirdiği dönemlerde bu bağımlılık duyguları tekrar görülür. En aşırısı ana rahmine dönme isteğidir.

2. Anal Dönem: ( 2-3 ) yaş

Besin maddeleri sindirildikten sonra kalan artıklar bağırsağın son bölgesinde birikir ve anüs bölgesindeki kaslar üzerine basınç yapar. Bunun sonucunda dışkılama yapılır ve rahatlama sağlanır.
İki yaş civarında başlayan tuvalet eğitimi bu dönemde büyük önem kazanır, çocuğun kişiliği üzerinde kalıcı izler bırakır. Çocuğun içgüdüsel olan bu dürtüsünün bazı kurallarla kontrol edilmesi istenir. Böylece çocuk boşaltımdan duyacağı hazzı ertelemeyi öğrenir. Annenin tutumları tuvalet eğitiminde ve çocuğun kişiliğinde bırakacağı etkilerde önemlidir.

Anne Tutumları:

• Anne kuralcı, titiz, katı ise çocuk dışkısını tutmaktan kabız olabilir. Tüm davranışlarını etkilerse çocuk tutucu bir kişilik geliştirir. İnatçı, cimri, sinirli olur.
• Anne baskıcı ise çocuk olur olmaz yerlerde anneyi cezalandırmak için dışkısını boşaltır. İlerde ise eziyet etmeyi seven, dağınık kimlik özelliği geliştirir.
• Anne teşvik edici ise çocuk dışkılama olayının önemli olduğunu anlar. İleride üretken ve yaratıcı olur.


Kaynak: http://www.izafet.com/metafizik-bilimkurgu-mitoloji/514119-freuda-gore-kisilik-evreleri.html#ixzz21unoJA4J

Hacamatla Sağlık

                      Minumum düzeyde de olsa çeşit çeşit hastalığı olan bir hatun olmam hasebiyle bir çok alternatif tıp yöntemlerini denemiş bulunuyorum. Bioenerji, Tay ayak masajı ve hacamat. Ben size en son yaptırdığım ve peygamberimizinde( s.a.v.) sünneti olan hacamattan bahsetmek istiyorum.

                      Geçen yıl eşime küme baş ağrısı hastalığı teşhisi konulmasıyla başladı. Bu öyle beter bir rahatsızlık ki; bir hafta boyunca eşimin baş ağrısı, mide bulantısı, göz yaşarması ve bayılmasıyla birlikte ben ve eşimin ailesini çok korkuttu. Ben de o sırada tanıdığım bir ablamın evinde yapılan hacamat seansına katılarak hacamat maceramı başlattım. Başlama sebebim eşime de yaptırabilmekti. Birçok insana ilk söylendiğinde korkutucu gelen hacamat aslında çok hastalığa faydalı olmakla birlikte, Rasûlullah (s.a.v): "Miraç'tan inerken hangi Melek cemaatine rastlasam, Ey Muhammed (s.a.v)! Ümmetine hacamat olmalarını emret dediler." buyurmuştur. Ve peygamberimizin sözü üstüne söz söylemek kimsenin haddi değilidir, belki korkup yaptırmayabilir ama öyle bir şey yoktur demek kişiyi sıkıntıya düşürebilir.


               Öncelikle hacamattın ne olduğunu ayrıntılı anlatmak gerekirse, buna en iyi cevap gene hadisler olacaktır.
  • Peygamberimiz(s.a.v), Hayber'de zehirli koyun etinden zehirlendiği zaman, Cebrail (a.s) kendisine, hemen kafasının arkasından hacamat yaptırmasını söylemiştir. İbn Ömer (r.a) şöyle buyurdu: Ben, Rasûlullah (s.a.v)'den şu buyruğu işittim: "Hacamat olmak aç karnına daha faydalıdır. Hacamat olmak aklı ve hıfzetme (ezberleme) gücünü arttırır." (2) Yine bir Hadis-i şeriflerinde: "Hacamat her hastalığa faydalıdır, uyanık olun hacamat olun." buyurmuştur.
  • Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam hacamat oldu ve bana emretti, ben de hacamat yapan zatın ücretini ödedim."
  • Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Kim hacamat olmak isterse, ayın 17 veya 19 veya 2l'ini arasın. Sakın, kan fazlalaşmak suretiyle birinize galebe çalıp onu öldürmesin."
  • Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam (bir keresinde) atından bir hurma kütüğü üzerine düşmüş ve ayağı çıkmıştı."
  • Râvi Vekî' der ki: "Yani Resülullah aleyhissalatu vesselâm, bir incinmeden dolayı ayağının üstünden hacamat ettirmiştir."
  • İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Haccam ne iyi kuldur; (fazla) kanı giderir, beli hafifletir, gözü parlatır."
  • İbnu Abbas der ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Miraç gecesinde, meleklerden mürekkeb bir cemaate her uğrayışında: "Hacamat olmaya devam et! Ümmetine de hacamat olmalarını emret!" derlerdi."Tirmizi, Tıbb 12, (2054).
  • Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, boynunun iki tarafındaki damarları ile iki omuzun arasındaki damardan hacamat olurdu."Ebu Davud, Tıbb 4, (3860); Tirmizi, Tıbb 12, (2052); İbnu Mace, Tıbb 21, (3483).
  • - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Şifa üç şeydedir:- Bal şerbeti.- Kan aldırma. ( hacamat )- Ateşle dağlama.Ancak ümmetimi dağlamaktan menediyorum."Bir rivayette: "Balda, hacamat olmada şifa vardır." denmiştir."Buhari, Tıbb 3.

Peki hacamat nasıl yapılır ?

              Hacamat vakum usulü ile vücudun çeşitli yerlerinden kan almaktır. Hacamatla vücuttan alınan fazla kan kalp ve beyin sektelerine, sinirsel rahatsızlıklara, alerji vb. bir çok hastalığa sebep olmaktadır.
Hacamatla; işte bu fazla kan ve deri altındaki kirli kanlar dışarı çıkartılır. Deri altındaki kılcal damarlarda kan dolaşımı normal dolaşıma nazaran daha yavaş yürüdüğünden dolayı yıllarca bu kanlarda yoğunluk, koyuluk artar ve dokulara yeterince oksijen ve besin ulaşamaz hale gelir.
Bu sebepten dolayı vücutta çeşitli rahatsızlıklar (baş ağrısı, bel ağrısı, diz ağrısı, uyuşukluk, tembellik, ağırlık, v.s) baş gösterir. Hacamat ile deri altındaki bu rahatsızlıklara sebep olan kan dışarı çıkartılarak kanın rahatça dolaşması sağlanmış olur.

              Vakumlanan deri uyuştuğu için küçük jilet darbeleri, size sanki vücudunuza kalemle dokunuluyormuş hissi vermektedir.

          Ben bizzat başımdan, belimden, omuzlarımın arasından ve kalp hizamdan yaptırdım. Yaptırmış olduğum hacamat sonunda hacamat yapan abla kalbimde tıkanıklık olduğunu, omuzlarımda kireçleme başladığını ve belimde de fazla miktarda iltahap olduğunu söyledi. Bunun üzerine belimdeki dayanılmaz ağrı için gittiğim doktor belimde iltahap olduğunu söyledi ve kas gevşeltici ilaç verip gönderdi. Hacamatçı ablanın söylediğini modern doktorumuz tastik etmiş oldu. Ben önceden yaşamış olduğum sıkıntılardan dolayı doktorlara güvenini yitirmiş bir hasta olarak ilaçları almadım ve Ramazan bitiminde yaptıracağım hacamat seansını beklemekteyim. Eğer hacamat seansına katılmak isteseniz bana ulaşabilirsiniz.   
Sağlıklı mutlu bir hayat dilerim.

27 Temmuz 2012

Bu Da Geçer Ya Hû

            Dervişin biri,uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır.Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek,yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar.Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını,evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.Derviş yola koyulur,birkaç köylüye daha rastlar.Onların anlattıklarından Şakirin bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad  adında başka bir çiftlik sahibidir.Derviş Şakir’in çiftliğine varır.Çok iyi karşılanır,iyi misafir edilir,yer içer, dinlenir.Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… 

           Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükret.”der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”
Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür.Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer.Şakir’i hatırlar,bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir’mi” der köylüler, “O iyice fakirledi,şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.” 
              Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider,Şakir’i bulur.Eski dostu yaşlanmıştır,üzerinde eski püskü giysiler vardır.Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş,evi yıkılmıştır.Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır.Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır. 
            Şakir bu kez Derviş’i son derece mutevazi olan evinde misafir eder.Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır…Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme…Unutma,bu da geçer…”
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer.Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir.Haddad birkaç yıl önce ölmüş,ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır.Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır,kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.
Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”
         Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”
Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar.Büyük bir sel gelmiş,tepeyi önüne katmış,Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır… 
          O aralar ülkenin sultanı,kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki ,mutsuz olduğunda umudunu tazelesin,mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın…Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz.Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler.Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir.Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur.Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır. 

          ‘Buda geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin küsür sene önceye , Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Buda geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken tekkelerde ve dergâhlardada benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip   ‘BU DA GEÇER YA HÛ’ haline gelir…Hayat inişli çıkışlıdır.Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.
 Bu hikaye http://www.hikayeler.gen.tr adresinden alıntıdır

Salih Evlat


          Eskiden beri şiir yazarım hatta liseden mezun olduğum yıl kitap çıkarmak için yardım bile almaya başlamıştım. Ama yoğun sınav temposu ve üniversite hayalleri dolayısıyla ciddi bir uğraş sergileyemedim. Sonuç günlüğümün kıyısında köşesinde yazılmış mektup ve şiirler duruyor. İnşaallah ilerde buradan yayınlamayı düşünüyorum. Peki bunu neden anlattım. Hep şiirlerimden birini Dursun Ali Erzincanlı'nın okumasını istemiştim. Sonradan Dursun Beyle tanışma fırsatı da buldum ama şiirlerimi göstermek aklımdan bile geçmedi.

                       Dursun Ali Erzincanlı'nın 'Kırk Yaşındasın' şiirinde bir bölüm var:

                         Benden sonra öyle kimseler gelecek ki..!
                       'Keşke peygamberi görseydikte, ne malımız ne evladımız olmasaydı.' Diyecekler...

                        Ve hep bahsedilir evlat cennet nimetiymiş. Mal sevgisi ve evlat sevgisi insana o kadar tatlı gelirmiş. Malım yok seveceğim ama bir evladım var ve peygamberimizin ne kadar sevildiğini şimdi anlar oldum. Evlat sevgisi öyle bir başka ki oğlum dünyaya geldiğinde eşime ' Senin için üzülüyorum hiç bir zaman anne olmanın nasıl bir şey olduğunu anlayamayacaksın' demiştim lousalık psikolojisiyle. Yüzüme bakıp gülmüş ve 'sende baba olmayı tadamıyacaksın' demişti. Bence anne olmak daha güzeldi. Haşa Allah'ı anlamaya başladığımı düşünüyordum. Kullarına karşı ne kadar merhametlidir, affedicidir. Sonuçta annelerde Rabbimin zerre kadar merhameti var ve o merhamet sinek bile ısırmasın diye sabaha kadar uykusuz kalmayı göze alıyor. Ki doğum hadisesi başlı başına bir olay.

                     Ben uykusuna düşkün bir hatun olarak Salih'i dünyaya getirmeden önce çocuk gece ağlar ağlar ben duymam, eşim zaten geceli gündüzlü çalışıyor o hiç duymaz çocuğu ağlamaktan çatlatırız diyordum ki korktuğum gibi olmadı. Ağlaması şurda dursun iki saat uyanmasın kalkıp nefesini dinliyordum. Eminim şimdi bu yazıyı okuyan annelerde aynı şeyleri yaptıklarını söylüyorlardır. Evet aynı şeyleri yapıyoruz çünkü; Rabbimiz tüm anneleri aynı donanımla yaratmış ( fıtratları değişmiş olanlar müstesna).

         Rabbim tüm anne ve anne adaylarına hayırlı evlatlar nasip etsin. Salih kul olmaları içinde bize sabırla onları yetiştirme gücü versin özelliklede tuvalet eğitimi veren annelere çünkü bende ipler kopma noktasında dua edin  Salih evlat çişimiz tuvalette şarkısı eşliğinde tuvaletini söyler hale gelsin.:)

26 Temmuz 2012

Veren El Olanlara İtafen

                       Hiç unutmam bir gün, ( Böyle başlayınca kendimi 80 yaşında Kurtuluş Savaşını anlatan nineler gibi hissettim.) Gülten Vatansever hocamızın dersinde boş bir kağıt çıkarın ve ne görüyorsanız yazın demişti. O kadar sıkıntılı bir dönemdeydim ki yeni okul yeni arkadaşlar ve inancını istediğin gibi özgürce yaşayamama sıkıntısı. (Şükür o günler geride kaldı.) O boş kağıtta beş sayfayı dolduracak olaylar gördüm. Tam bir psikolojik tahlil, tahlilin sonucunda deli olduğum sonucuna varıldı yer Trakya ve az çok Rabbine karşı sorumluluklarını devlet yurdunda yerine getirmeye çalışan Anadolu'nun bağrından kopup gelen bir kız.:) Hala sorgularım ne cesaret beni annem babam oraya tek başına okumaya gönderdi cevabını şimdi görüyor ve anlıyorum. Şükür Rabbime  yalnız bırakmadı, himmetimiz okurken hiç kesilmedi. Uzun zamandır günlüğüme not yazmayışım bu gün kendini ele verdi. Ne yazmak için başlık attım ama ne yazarken buldum kendimi. 

                      Ramazan Ayı olması hasebiyle bir çok yardım kuruluşu, yardım dernekleri gerek yurt içi gerek yurt dışı bir çok ihtiyaç sahibine yardımlarda bulunuyor. Allah onların sayılarını arttırsın. Peki ya yanı başındaki komşusundan haberi olmayan o güzel insanın ümmeti  ne hesap vereceğiz.  Şu an maddi ve manevi durumu gerçekten kötü, çocuklarından biri şeker hastası ve çok yüksek meblalarda kredi borcu olan bir komşumdan bahsetmek istiyorum. Bazı ihtiyaç sahipleri vardır ki durumum yok diyemez, isteyemez bu komşum onlardan ben niyet ettim yola çıktım yanımda yer almak isteyen kardeşlerim ve arkadaşlarım olursa iletişime geçmelerini rica ederim. Rabbim şimdiden hayrımızı kabul etsin. Amin.

Evlenince Anlarsın: Anneme

       Tüm Türk kızları olmasa da benim tanıdığım kız ve annelerin arasında geçen diyaloglar sabittir.


  •  Yaptığın banaysa, öğrendiğin kendine.
  • Evlenince beni anlarsın.
  • Bir kızın olsun senin bana ettiğini etsin.
  • Anne olunca anlarsın. 
  • Şimdi hayat sana toz pembe el eline düşte gör.
  • Ne kadar dağınıksın seni alana acırım.
    
     Ve bu sıralama uzar gider. Şimdi düşünüyorum da anne olmadan önce hayat çok farklıydı. Gerçekten anneminde dediği gibi hayat toz pembeydi ve sorumluluk diye omzunuza aldığınız yükler aslında hiç de yük değildi. Nerede sabah orada akşam hizmet diye koştuğumuz o günlerin ardından tüm hayatım belkide o günlerin hatırına farklılaştı, karakter kazandı. Tipik bir başak burcuyum, ve bir çok insan gibi eleştirilmekten hiç hoşlanmam kolay kolay yanlış yaptığımı kabul etmem. Bu iyi bir şey mi, tabi ki hayır. Ama itiraf ediyorum anne evet anne olunca seni anladım hatta haşa Allah'ı anladım. Sen kardeşlerimden biri hasta olunca ya da yemek yemeyince üzülür sen de yemez belki sabahlara kadar otururdun hoş hala öylesin de kızında ne kadar bana çekme desende sana çekti. Oğlum hasta olsun, yemek yemesin dünyada başka dert yok gibi dertlenir oldum. Ne deyim Rabbim evlatlarımıza sağlık ve salih iman nasip etsin. Amin.

Not: Biricik annecim senin kızın olmaktan her zaman gurur duydum iyi ki varsın. Rabbim seni Fatıma Annemize komşu eylesin.AMİN.

Ramazan Bereketi

                            Yanlış hatırlamıyorsam 4. sınıftan beri oruç tutarım. Hep 11 ayın sultanı, bin aydan daha hayırlı, sevapları bol Ramazan diye geçer ama bu yıla kadar Ramazanın ehemmiyeti hakkında hiç bir bilgim olmadığını anladım. Katıldığım bir sohbet meclisinde sevdiğim ve kendisi bilmese de çok saydığım bir ablamın konuşmasında Ramazan Ayının önemini, Teravih Namazının hükmünü, neden kılınması gerektiğini ve şeytanların bağlanmış olmasının bize ne gibi yararları olduğunu anca bu yıl anladım. Ama anlamak demek yaşamak demek değil Rabbim hepimizi yaşayanlardan etsin.Amin. 
                       
               Öncelikle Teravih namazının öyle camilerde hızlı hızlı kıldırıldığı gibi değil rahat rahat 2 rekatta bir selam verilerek ilk rekatında Kafirun ikindi rekatında İhlas süresi okunarak kılınan bir namaz olduğunu. Bayanlar için evde kılmanın daha faziletli olduğu ve asgari sekiz rekat olmak üzere on, oniki.. şeklinde kılınabileceğini öğrendim.  Ve bilindiği üzere Ramazan'da davetler meşurdur niyet Allah rızası olduktan sonra yoğun geçen bu haftamda şükür misafirlerimi ağırladım Rabbim herkese ailesiyle birlikte nice güzel Ramazanlara erişmeyi nasip etsin Amin.

Ruhun Dinginliği Mercan Dede



               Uzak doğu felsefesinde, yoganın ne kadar ruh dinginliğine ulaştırdığı söylense de, yoga terapilerine bir kaç kez merakım yüzünden katılmış biri olarak, hiç bir şey beni Mercan Dede'nin bu parçasını dinleyerek hissettiğim dinginliğe ulaştıramıyor. Orta ikide tanıştığım Zeynep adlı bir arkadaşımın hediye ettiği kasetle tanıştığım Mercan Dede'yi o gün bu gündür bırakmam.

Dil-ü Canın Hikayesi

                Bir Ramazan akşamı sevgili eşimin teşvikiyle blog yazarı olmaya karar verdim. (Sanki çok kolay bir şeymiş gibi.) Gece boyunca beyin fırtınası yaptıktan sonra adını " dil-ü can " koymaya karar verdiğimiz blogumuzla karşınızdayız. Bu blogda paylaşmayı düşündüğümüz konular oldukça geniş bir yelpazeye sahip.( Ne kadar becerebilirsek tabi.) Peki biz kimiz ?
                  Ülker ailesi olarak( bu bildiğiniz Ülker A.Ş değil.) Ben Meryem Ekim ÜLKER, 19  Eylül 1987 tarihinde Ankara' da dünyaya gözlerimi açtım, üç çocuklu ALTINER ailesinin en büyük ve tek kızlarıyım, annem ev hanımı, babam işçi emeklisi.

                  İlk ve orta öğrenimimi Ankara' da tamamladım. Trakya Üniversitesi, Çerkezköy Meslek Yüksek Okulunda  Halkla İlişkiler Programını bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümünden mezun oldum. 2009 yılında Ahmet ÜLKER ile iki dünya saadetini umarak evlendim.( Buradaki ummak kelimesinden evlenmekten memnun olmadığım kanısına varabilirsiniz, bu dünya saadeti için sözüm yok ama diğer dünya için öldükten ve yeni dünyaya uyandıktan sonra anlaşılacak bir mesele :).)

                  Bir erkek evlat sahibiyim. İstanbul'da ikamet etmekte ve 3 yıllık yorucu iş hayatından sonra evde hayat var ev gibisi yok sloganını düstur edinmiş bir ev hanımıyım. İş hayatından sonra yaşadığım bocalama sonucunda evlat yetiştirmenin bir sanat olduğu ve bu sanatın icrası için anne ve babanın çok titiz çalışması kanısına vardım. Bazı zamanlar iş hayatına dönme konusunda sivri çıkışlar yapsam da ne zaman iş ciddiye binse oğluma kıyamadım.

                  Sonuç boş duranı Allah da sevmez kulda. Eşimle beraber hayatta söyleyecek şeylerimiz olduğunu düşündük ve Bismillah deyip çıktık yola.