24 Eylül 2012

Biobellinda O Da Nesi!

            Bir çok çalışan ve bir süre sonra işten çıkıp evine eşine ve çocuğuna vakit ayırmaya karar veren hanımlardan biriyim. İşten ayrılma sürecince yaşadığımız "Oh be evde rahatlık varmış" sendromu bir süre sonra "Ya bu evin işi hiç mi bitmez " sendromuyla yer değiştirmeye başlayınca bir çok ev hanımı gibi bende az zamanda çok işi başaracak inanılması mümkün olmayan şeyler istemeye başladım. Ne gibi şeyler:

             Ütülenecek kıyafetleri jilet gibi yapabilecek bir ütü ve yanında yemek aş istemeyen bir robot.
Balkona asınca düşman çatlatacak bembeyaz parlak çamaşırlar.(Reklamların ev hanımları üstündeki olumsuz etkilerini görebilirsiniz:))Tabi tüllerde dahil.
Çocuğuma istediğim her şeyi yedireceğim önlük kullanmayacağım ve lekeleri çıkaracak bir deterjan.

           Ve bu sıralama uzayıp giderken Biobellindayla tanıştım. Önceleri çekincelerim vardı çünkü yurtdışında üretilen buna benzer başka bir ürünü önceden kullanmış ama pek memun kalmamıştım. Şimdi Biobellinda kullanıcısı ve satıcısı olarak ürünlerinden memnunum sadece tek sıkıntı hangi ürünü nerede ve ne ölçüde kullanmak gerektiğini iyi bilmek.

          Anti- alerjan ve organik olan biobellindayı kullandıktan sonra gerçekten söylendiği gibi iyi olduğunu gördüm. En basiti kendi deneyimlerimle beyazlatıcısınız koltukları nasıl temizlediğini ki koltuklarını yıkadığımız arkadaş başka ürünlerden kullanmış fakat muvaffak olamamıştı. Sonuç mükemmel. Mürekkep lekesine halı şampuanıyla yaptığımız işlem başarıyla beyaza ulaşıldı. Pas kireç çözücüsüne bu gün bir okulun kantininde denedik karoların arasını bembeyaz yaptı sonuç baya yüklü sipariş aldım pas ve kireç sökücüsü için.

             Benim gibi hem kullanıp hem satıcısı olmak isteyenlere yardımcı olabilirim.


11 Eylül 2012

Atiyi Düşünüyorum


“ Çok uzun bir destan bu! Her destanın başı sonu vardır. Lakin bu öyle bir destan ki ne başı ne sonu belli. Hala devam ediyor. Kıyametle de bitmeyecek!
Mazide yaşayıp unutulmuşlar, halen yaşayıp bilinmeyenler, atide yaşayacak olup hafızalardan silinecekler hep bu destanda yer alacak.
Düşünüyorumda kimler yok ki!..
Ashabı düşünüyorum. Vahşi bedeviler iken, uhudiyette ve fazilette zirveyi tutan, yirmi üç senede süper güç haline gelen ASHABI…

HZ. EBU BEKİR’i düşünüyorum…
İhtiyaç hasıl olup himmete müracaat edildiğinde; bütün varını yoğunu Allah yolunda sarfedip, Aallah Resulü’nün “ evine ne bıraktır ya Ebu Bekir ?” sualine Allah ve Rasulu’nün sevgisinden başka hiçbir şey Ya Rasulullah” diye cevap veren Ebubekir (R.A)’i…

HZ. ÖMER’i düşünüyorum…
İhtiyar bir papazı görüp ağlamaya başlayan Halife Ömer’i. “ Neden ağlıyorsun?” diye sorduklarında “Yazık, çok yazık şu yaşına gelmiş, saçı sakalı ağarmış, hala iman nasip olmamış; buna yürek nasıl dayanır?” diyen Hz. Ömer(R.A)’i…

HUBEYB’i düşünüyorum…
Esir edilen, hıristiyan olması için işkence edilen, alim diye vasıflandırılan papazların din telkinine, İslam’a tebliğle karşılık veren, darağacında dahi İslam’ı anlatan Hubeyb’i. Şahadet getirirken Rasulullah’a son selamını yollayan, binlerce kilometreler ilerisinden nebiler nebisinin, bir mecliste sohbet ederken susup selamına mukabele ettiği Hubeyb(R.A)’i…

MUSAB BİN UMEYR’i düşünüyorum…
Mekke’nin en yakışıklı, en zengin delikanlılarından iken, İslam’la müşerref olduğu andan sonra yaşadığı hayatı… Şehid olup nurdan naşı yerde uzandığında başından ayak ucuna kaar üzerine kaplayacak örtü bulunamayan Musab(R.A)’ı…

VE YERYÜZÜNÜN KAHRAMANLARINI düşünüyorum…
Güpegündüz elinde fener “ insan arıyorum” diye yollarda ümitsiz, şaşkın, bedbin, garip gezinen bugünün insanlarına sesleniyorum:
Aradığınız fazileti sadece tarih sayfalarında zannetmeyin! Siz yeter ki arayın… Eğer fazilete, ahlaka, halife makamındaki insana meftun iseniz; onlar sadece toprağın altında değiller!
Çok yakınınızdalar…
Yeter ki siz samimiyetle arayın. Onlar kollarını açmış; size ulaşmak için, hizmet için fırsat kolluyorlar. İçlerinde öyleleri varki!..
Sahabilerin hassasiyeti var gönüllerinde …
Belki içine haram bulaşmıştır korkusuyla, camideki namazlarında seccadesini yanında götürenler. Gözlerine yabancı hayal girdi diye, yol parasını kefaret olması için sadeke verip mektebinden evine yayan dönenler…
Himmette müraccat edildiğinde; “Duydum ki himmete müraccat etmişsiniz kusura bakmayın, lütfen evimin tapusuyla anahtarı kabul buyurun” diyen fukara emekliler… Bir başkasından emanet ayakkabı alıp, bir başka şehirdeki kardeşini ziyarete gidenler…
Ve daha nice nice destanlar, destani kahramanlıklar…

ATİYİ düşünüyorum…
Her şeyin pek yakında tersine döneceği, Allah (c.c)’ın nizamının yeryüzünü tekrar huzura ve saadete gark edeceği atiyi düşünüyorum…
Aynı destan bütün ihtişamıyla o vakitte sürecek!
Asırların hasretle beklediği HZ. MEHDİ ve HZ. İSA(A.S)’ı düşünüyorum…
İnsanlığı aradıklarına tekrar kavuşturacak olan Hz. Mehdi ve Hz. İsa (A.S)’ı. Her sabah kalktığımda o günlere biraz daha yaklaştığımı hissediyor; “ ömrüm varsa bende çok şeylerin değişeceğini göreceğim” diyorum.

VE DUA EDİYORUM:
“Yarabbi!..
Beni de onların ordusunun en basit bir ferdi eylemez misin!..”

O Aldanmamıştı romanından altıntı.
Ömer Faruk Bayezit 1998

Sadece Sen




Şiirlerimi boğaza gömdüm
Senin için
Gel dedim, gelmedin.
Sabret bekle dediler
Bekledim…
Gene gelmedin.
Bu sefer aşkı öğren dediler
Kimden dedim
Ses vermediler…
Çünkü onlarda aşk için,
Bu yollara düşmüşler.

Meryem Ekim Ülker
Ekim 2004

Mazi


“Kutlu misafirden geldi mi haber
Bak nurlanmış yüzün, eşarbın kamer
Seni ümmetliğe almış peygamber
Tevhid bahçesinde gonca gibisin
Bunalıp başını taşlara vuran
Adressiz yollarda bıkıp yorulan
Rehberin mi oldu Hz. Kuran
Eski günler için yasta gibisin.”
                                     Ankara 2003

07 Eylül 2012

Haydi Gel Benimle Ol



İnsanları seviyoruz, hayvanları seviyoruz. Neye ve kime göre sevdiğimiz konusunda milyarlarca insanın milyarlarca cevabı olacaktır eminim. Evet, seviyoruz ama neye göre kime göre sevmeliyiz.

 ‘’İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.’’

Evet hadiste de buyruluyor ki birbirinizi sevin. Peki neden?
Diyor ya şair Cemal Safi;

 Benim için yaratıldı Muhammed (s.a.v)
Benim İçin yağdırıldı o rahmet
Evliyanın sözündeki muhabbet
Embiyanın yüzünde ki nur benim…

Benim adım AŞK.

Tek Hece Aşk şiirinde ne güzel anlatmış değil mi? Nurundan yarattım diyor ya nebisine, sevdi, sevmemizi istedi, onun sevdiğini ne kadar seversek ona yaklaşacağımızı bildi. Yaklaşmamız için aracılar gönderdi, birbirimizi ayna bilmemizi istedi.

Kişi önce aynaya bakmasını bilmeli, manevi aynalar edinmeli, kendine bakınca ne görüyor düşünmeli tartmalı. Manevi aynalar dünyevi aynalara benzemez hiçbir zaman seni güzel göstermez. Öyle ki bu aynalar hep noksanları eksiklikleri, yarım kalmış yanlarımızı gösterir, hiçliğimizi yüzümüze vurur. Bu manevi aynalara her yiğidim diyen bakamaz, Şemsin imtihanından geçemez, her er olan. Mevlana olmak gerek bu aynaya bakabilmek için ham olduğunu kabullenmek. Nefsin hoşuna gitmese de bakabilmek sevmediğin, argo tabirce fıtık olduğun, elektrik alamadığın kişiye bakabilmek, ona yakın olabilmek. Mümin müminin aynasıysa, baktığınızda gördüğünüz haz almadığınız, elektrik alamadığınız o kimse; sizsiniz. Kabul edin psikolojide de böyledir; insan hep eksik yanlarını görür başkalarında ya da kendi eksikliklerini kapatmak için hep bir savunma mekanizması arkasına gizlenir.Nereye kadar eksik yanlarımızı saklayacağız, kimden saklayacağız bizi yaradandan mı? Haşa. Sadece yapmamız gereken haydi gel benimle ol diyen herkese alıcı gözle bakmalıyız. Bu davet eden kişi hangi ahval içindedir. Onunla beraber olmak bizi nereye, kime götürür. Zaman öyle bir zamandır ki birinden nur akar diğerinden kir. Seçim bizimdir.

Kaderini insan kendi çizer Rabbim mutlak kader haricinde yol ayrımlarında kulunu yalnız bırakır kul seçer ve sahneler açılır. Bu sahne ister bir kumar masası, ister bir sohbet meclisi, seçen biziz. Kadere suç atmak sadece cahil ve ahmakların işi. Şimdi kapılar açılmış, her mecradan seslenen birçok kişi, çağırmakta bizi. Haydi gel benimle ol nidaları inlemekte televizyonlarda, internette cafelerde. Bir münadi seslenmekte, akın akın insanlar ilerlemekteyken küçük kıyametlerine durun ve bizimle olun, yolumuz size cenneti sunmaz belki, amaç cennet değil ki amaç aşk şarabından içip, taklitken tahkike ulaşmak. O’nu sevenlerden yazılmak levh-i mahfuza. Yol, sizin, seçim sizin, hayat sizin yinede bizden söylemesi, aynalarınızı güzel insanlardan seçin.


  

01 Eylül 2012

HEY GİDİ GENÇLİK HEY!




Bu sözü duymayan bir gencimizin olmadığını sanıyorum. Güngörmüş geçirmiş büyüklerimiz nerde, ne zaman, gençlerimizin sorumluluk almadan nerde akşam orda sabah hallerini görünce söyledikleri çok madinar bir sözdür “hey gidi gençlik hey!” nereye gidiyorsunuz. Evet, düşünmek lazım nereye gidiyoruz. Zaman sana uymuyorsa sen zamana uyacaksın, mantığıyla dayatılan içi boş felsefenin ceremesini çektiğimiz şu günlerde batı kültürleri yönünü şarka dönmüşken batıya ayak uydurmaya, onların kültürleriyle evlatlarımızı yetiştirmeye ne zaman son vereceğiz. Öyle ki on sekiz yaşına gelen çocuğunu ben sana bakmak mecburiyetinde değilim diyerek evden kovan batılı ebeveyn yaptığı yanlışı anlamış ve artık çocuğumuza sahip çıkalım diyerek doğu öğretilerini benimsemişken biz, evlatlarımızı kendi ayakları üstüne bassın, gençliğini yaşasın, genç adam istediğini yapsın, diyerek küçük yaşta aileden ayrılıp arkadaşlarıyla yaşamasına izin verdik. Bununla da kalmayıp biz çok zorluk çektik küçük yaşta çalışmaya başladık aman bizim çektiklerimizi evladımız çekmesin diyerek yeri geldi içinde emekli maaşımızın olduğu kartı evladımızın eline teslim ettik. Sandık ki böyle yaparsak ebeveyn olma görevimizi yerine getirdik. Asla! Ne çocuğumuz mutlu oldu ne de bizi mutlu etti. Hiçbir şeyin zorluğunu yaşamadan elde eden neslimizin nefsi azdıkça azdı ve mutsuz, hayattan tat almayan, hiçbir ideali, hedefi olmayan içi boş bir gençlik türedi. Suçlusu gençlik mi yoksa biz ebeveynler mi bilemedim.

Gençliğimizin sorunları öyle ki özgür olma heves ve hevesatıyla bitmiyor. Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar onlara, teknolojiyi sunuyor. Teknolojiyi sunmakla kalsa iyi. Basılı ve görsel medyada sunduğu reklamlarla cehennemi cennet göstermekte, haramı helal kılmakta, kendini nefsin isteklerinden uzak tutmaya çalışan kutlu neslimizi yobaz olarak yaftalamaktadır. Teknolojinin marifetleri,içi boşaltılmış aşklar, teknolojiyi olumsuzluklara kullanan medya patronları, dünyanın neresinde olursanız olun bir tıkla bilgi yanınızda diyerek satılan telefonlar ve benzeri birçok safsafta sonunda gelinen nokta. Anne babasının kandilini, bayramını mesajla kutlayan yeni nesil. Gerçek bir dostluğu yaşayamamış binlerce genç. “Yahu senin hiç mi arkadaşın yok gez dolaş evladım bilgisayara yapıştın” diyen annesine “anne benim 1 milyon arkadaşım var facebookta” diyerek caka satan bir evlat. Halbuki dostluklar böyle basite alınacak bir olgu değildir. Çağımızın hastalığı depresyon diyor uzmanlar, tabi ki depresyon olur çünkü insanımız sıkıldığında dertleşecek, omzunda ağlayacak bir dosta muhtaç. Sevindiğinde mutluluğunu paylaşmak facebook ya da twitterda “mutluyum” yazıp kaç kişi beğenecek diye sürekli anasayfayı yenilemek olmamalı. Mutluluğumuz, sosyal medyada paylaştığımız videonun kaç kişi tarafından beğenildiğine bakıp beğenme sayısıyla doğru orantılıda da olmamalı.

 Herkesin yere göğe sığdıramadığı teknoloji, insanımızı kendine bir sigara tiryakisi gibi bağımlı kılmakta. Bu bağımlılık öyle bir şey ki sigarayı bırakmanın daha kolay olduğu kanısındayım. ABD'de yapılan araştırmada; Her üç boşanmanın birinde boşanma nedeni olarak internet bağımlılığı gösterilmekte. İnternet kullanıcılarının % 29'u ile % 50'sinin internet bağımlısı oldukları ortaya çıkarmış. Ülkemizde ki boşanma oranlarına bakılırsa bizimde batıdan aşağı kalır yanımız yok gibi.

Peki ne yapmalıyız. Teknoloji tamamiyle zararlıdır diye evimize tv, internet ya da telefon sokmama gibi bir durumumuz yok. Ama kontrollü bir teknoloji kullanılmalı. Çocuğumuz saatlerce internette ne yapıyor bakılmalı, anne baba evladıyla ilgilenmeli ki çocuk sevgi ve ilgiyi başka yerlerde aramamalı. Herhangi bir sıkıntısı olduğunda kendi yaşıtında tecrübesiz birinin verdiği akılla iş yapmak yerine bu konuyu babama sormalıyım o akıl vermeli demeli. Bizim kültürümüzün belki de en kötü öğretilerinden biri çocuklar öyle ulu orta yerde sevilmez, büyüklerin yanında öpülmez. Hanımına bir bey asla adıyla başkalarının yanında hitap etmez, O, şu, öteki gibi zamirler kullanarak seslenir. Öncelikle biz müslümansak öğretilerimiz İslam üzerine olmalı nerde görülmüş peygamberimizin(s.a.v) çocukları öpmediği, hanımlarına öteki, beriki diye hitap ettiği. Tam tersi gözümün nuru diye hitap ettiğini siyerden okuyabiliriz. Sonuç şu ki, önce anne baba olmayı hak edeceğiz, hakkını vereceğiz. Sonrasında evladımızın girdiği çevre, arkadaşları, arkadaşlarının aileleri ve onlara değer vereceğiz, konuşmasına fırsat vereceğiz. Eğer sürekli susturulursa bir çocuk, kendini rahat hissettiği kendine değer verilen ve konuşmasını fırsat verilen ortamları tercih eder. Ki sosyal medya herkese istediğini söyleme hakkı tanıyor ve insanları böylelikle cezbediyor. İyi bir anne baba olmak iyi bir evlat olmak o Kutlu Nebi’nin öğretilerine ayak uydurmaktan geçiyor. O’na (s.av.) tabi olmak, onun yolunda gitmek duasıyla.